Aleviler Bektaşiler – Şakir Keçeli
HACI BEKTÂŞ VELÎ’NİN FÂTİHA TEFSİRİ ADLI YAPITI – NAMAZ, ORUÇ HACC TARTIŞMALARI HAKKINDA
Şakir Keçeli.
Hacı Bektâş Velî ve O’nun adına kurulan [1] Bektaşilik, başka sözle Alevîlik, son beş yüz yıldan bu yana, zaman zaman baskı, zulüm ve kıyımlarla, zaman zaman da asimilasyoncu [özümlemeci] yöntemlerle yok edilmeye çalışılmaktadır.
Bektâşî tekkelerinin uğradığı büyük kıyım ve yıkımdan, yani 1826 yılından bu yana, zulüm, işkence eski şiddet ve vahşeti ile sürmemektedir. Ama özümlemeci [asimilasyoncu] politika hızlanarak, ve katlanarak günümüze değin gelmiştir.
Günümüzdeki özümlemeci [asimilasyoncu] politikanın, birbirinden farklı imiş gibi görünen şu üç merkezi bulunmaktadır:
- İslâm Dinini bir şekilden, yani bir takım ritüellerden [2][ibadetlerden] ibaret sayan, insana hiç değer vermeyen, dinsel ve hukuksal kuralları kıyamete değin donduran ve koşulların değişmesini göz ardı eden, değişimi görenleri de de zorla susturanŞeriat Ehli. Hacı Bektâşi Velî hazretlerinin deyimi ile Âbidler.
- Büyük çoğunluğu 1980 öncesinde sosyalist fraksiyonların (bölüntü) içinde yer alan ve sosyalizmi bir şekilden, bir slogandan ibaret sananlar.
Sosyalizmin yaşama geçtiği Sovyetler Birliği ile “Demirperde gerisi”ülkelerin yenilgisini [asla sosyalizmin yok olmasını değil] gören bu insanlar, birden bire Alevî olduklarını anımsadılar ve Alevîlik adına kurdukları dernekleri aracılığı ile, bin yıllık Alevîliği tanınmaz hale getirmeye kalkıştılar.[3]
Bunların bazılarına göre Alevîlik, bir din olmayıp, bir yaşam biçimidir ve bir kültürdür [sanki dinlerin tamamı kültür değilmiş gibi] . Bu görüşün sahipleri Alevî/ Bektâşî halkın tepkisini görünce geri adım attılar ve “Alevîlik bir dindir ama, onun İslâm la uzak yakın ilişkisi yoktur” demeye başladılar.
Devrimciliği [Sosyalizmi] ateistlik [Tanrı tanımazlık] olarak öğrenen, onun çok önemli öteki niteliklerini [mümeyyiz vasıflarını] dikkate almayanlar da; Kürt kökenli olanlar ve Türk kökenli olanlar olmak üzere iki guruba ayrılmışlardır. Kürt kökenli olanlara göre Alevîliğin aslı, “ Ezidilik [Yezidîlik]” [bir başkalarına göre Mecusîlik] tir. Ama Sünnîliğin baskısı sonunda bu eski inançların üzerine İslâm şalı örtülmüştür. Türk kökenli olanlar ise Alevîliğin aslının Şamanlıkolduğunu ileri sürmektedirler.
İkinci guruba girenlerin tek argumenları [ kanıtları, – iddialarının dayanakları], Alevîliğin içinde yer alan bazı ritüellerin, Yezidilik, Mecusilik, Şamanlık gibi dinlerde de olmasıdır. Bu gurubun üyeleri benzeri benzere uydurmak [ Analoji (benzeşim) ] yöntemini kullanarak, Aleviliğin İslâm la ilişkisi olmadığını söylemektedirler. Oysaki bu yöntem zaman zaman, insanın “çuvallamasına” ve gülünç duruma düşmesine neden olur. İşte bir örnek:
İnsan memeli bir hayvandır
Baline da memeli hayvandır
Öyleyse insan balinadır.
İlginçtir birbirine zıt gibi görünen bu iki gurup, bir konuda tam bir uyum içindedir. O da:
— Alevîlik İslâm’ın içinde değil dışındadır.
- Bu iki gurubun dışında bir de üçüncü bir gurup vardır. Bu üçüncü gurubun, Alevîlikle pek farkı bulunmayan Babagân Bektaşiliği hakkında fazlaca bilgileri yoktur veya Alevîler arasında böyle bir topluluğun bulunduğunun farkında bile değillerdir.
Alevîlik hakkındaki bilgileri ise yüzeyseldir.
Bu gurubun insanları Alevîliğin İslâm dini ile [Sünnîlikle değil] bir çelişkisi bulunmadığını kabul etmektedirler. Ama Alevîlerin büyük çoğunluğunun Ramazan Orucu tutmamalarından, namaz kılmamalarından ve cami’e gitmemelerinden hareketle, “Alevîlikte oruç ta yoktur namaz da “ veya “Alevîlikle cami, Alevîlikle namaz taban tabana zıttır” . Çünkü Alevîliğin merkezi olan “ Hünkâr’ın dergahında namaz için düzenlenmiş hiçbir makam yoktur. Kıble istikametine ayarlanmış Mescid tarzı bir oda mevcut değildir…….”. Alevîler “ yüzlerce yıl cami ve mescid bilmeyen, hakka [doğrusu Hakk’a]ibadetini Batıni yolda ayin-i cem ederek yapan”topluluklardır.
Konuya girmeden, tırnak içinde aktarılan sözlerdeki iki maddi yanlışı düzeltmek zorundayım:
Evet Dergâh-ı Pîr’de [ Alevîlerin deyimi ile Pîr Evi’nde, Babagân’ın deyimi ile Asitâne’de] bir cami yoktur. Bu gün var olan cami 1830 tarihinde zorla yaptırılmıştır. Esasen birkaç Bektâşî dergâhı hariç, dergâhlarımızın çoğunda cami bulunmamaktadır. Ama dergâhlarda cami olmaması, dergâhların bulunduğu yerleşim birimlerinde camilerin olmadığı anlamına gelmez. Nitekim Pîr Evi’nda cami yoktur ama, Hacıbektaş ilçesi’nde çok eski zalanlardan beri CUMA CAMİSİ [cami’i] adını alan bir ibadet yeri bulunmaktadır. Anlaşılan burası Cuma’dan Cuma’ya açıldığı için, Hacıbektaşlılar ona “ Cuma Cami’i” adını vermişlerdir.
Bunun dışında Pîr Evi’nde bulunan Çile Hane Kapısı’nın hemen karşısında, bir oyuk vardır. Bu oyuğa eğilip kıble tarafına bakıldığında, mermerden yapılmış çok güzel bir mihrap görülür. Anlaşılan çile çeken [seyr-i sülûk eden] dervişlerden isteyenler burada tek başlarına salât etmektedirler [Sünnî deyimi ile namaz kılmaktadırlar].
Yüce Tanrı nasib ederse bu yıl veya 2009 yılı başlarında Meydan Evi [©em Evi]’nda yapılan törenlerin nasıl yapılacağını, yani Balım Sultan Erkânnâmesi’ni yayımlayacağız. Yani beş yüz yıldan bu yana saklanan sırrın [gizin] üzerini açacağız. Bu eseri okuyanlar Bektâşîlerin ibadetlerini nasıl yaptıklarını öğreneceklerdir.
Bu guruba girenler ile ikinci gurup mensupları, Cami ile Meydan Evi yada Cem Evi’ni karşı karşıya getirmektedirler. Oysa ki Alevînin Cem Evi [ Bektâşînin Meydan Evi] Cami’nin ne karşıtıdır ve nede alternatifidir. Meydan Evi’de Cami de İslâmın ibadet yeridir. Cami Şeriat ehli’nin, Meydan evi ise, TARİKAT VE MARİFET ehlinin ibadet yerleridir.
Burada Fakîr’e; Hakikat Ehli’nin ibadet yeri yok mudur? Diye sorulabilir:
- Şüphesiz Hakikat Ehli’nin de ibadet yeri vardır. Onların ibadet evi tüm evrendir.İbadet zamanları ise, günün yirmi dört saatıdır.
Üçüncü guruba giren insanlar, şüphesiz iyi niyetlidir. Ama Bektâşîlik// Alevîliği okuyarak öğrenmişlerdir. Oysa ki Bektâşîlik/ Alevîlik önce öğrenilir, sonra da yaşanır. Bu ikisi bir araya gelmezse onun kavranması olanaksızdır. Onu yaşamadan “ öğrendim“ demek; “kendini bilmezlikten” başka bir şey değildir. Böyleleri için Kur’ân-ı Kerîm 62. Cuma Sûresi 5. âyetinde: “ Sırtına kitaplar yüklenmiş [ama onlardan habersiz bulunan]merkebin [eşeğin]durumuna benzer² demektedir.
Bektâşîliği kavramak isteyen:
Önce arayacak
Ardından bulacak
Sonra öğrenecek
Bundan sonra da OLACAKTIR.
Bu sürecin sonunda kendi özündeki cevheri bulamıyorsa, KAYGUSUZ SULTAN’IN, “ karıdan aldığı kaza” benzemektedir.
Ünlü İslâm mutasavvıfı Hacı Bayram Velî bu eğitim sürecini şu sözlerle anlatır:
Bayram özünü bildi
Bileni anda buldu
Bulan ol kendi oldu
Sen seni bil, sen seni
FÂTİHA TEFSİRİ ADLI KİTABI BU GÜNÜN OKUYUCUSUNA KAZANDIRMAK ALÊVÎLİK/ BEKTÂŞÎLİĞE İHANET ETMEK MİDİR?
YA DA
Bir Kitabı Okuyunca Asimile Olur muyuz?
Bektâşî Alevîlerin Mürşîdi [ Aydınlatıcısı] Muhammed Mustafa, Rehberi [ Yolgöstereni] ise, Alî’dir. Çünkü ikrar veren [Nasip Alan] cana Yol Babası/ Dedesi:
- Evlat mürşîdini Muhammed, Rehberini de Alî olarak biliyor ve bunu kabul ediyor musun? Diye sorar
İstekli, bu soruya; “Hakk huzurunda, erenlerin dar-ı Mansûr’ unda, Hünkâr Hacı Bektâş Velî Meydanında” :
- Evet [ Kur’ân sözü ile Belî] diye yanıt verir.
Cem’de bu söz alınmadıkça, bir insan ne Alevî ve ne de Bektâşî olabilir.
Gerçi bazıları; “ bu sözü verenlere, Alevî anne ve babadan doğmadığı için Sünnî” demektedir. Ama bu düşünce Alevîliği inanç olmaktan çıkartır, bir kavmin veya ulusun adı haline getirir. Oysa ki insanlık tarihi ALEVÎ ADLI bir kavimden ya da ulustan bahsetmemektedir.
Bektâşî/ Alevîlerin Aydınlatıcısı Muhammed:
- Bilim inananların [ mü’minlerin ] yitik malıdır. Çin’de bile olsa aranıp bulunmalıdır, diye buyurmuştur.
Yol göstericimiz Alî ise:
* Bana bir sözcük öğretenin kırk yıl kölesi olurum demiştir.
Bu nedenle, araştırmak, bulmak, bulunanı akıl süzgecinden geçirerek öğrenmek, Bektâşîlik/ Alevîliğin olmazsa olmazıdır. O yüzden Alevî/ Bektâşî her kitabı alıp okumak görevi ile görevlidir. Bu görevi gereği Fâtiha Tefsiri adlı kitaba, ön yargı ile yaklaşmaz, alır okur, bu kitabın Hacı Bektâş Velî’ye ait olduğu sonucuna ulaşırsa öper başına koyar, kitapta buyurulanları da yaşama geçirmeye çalışır. Şayet, Besmele Tefsiri kitabı gibi, Fatiha Tefsiri adlı kitabın Hz. Pîr’e ait olmadığı sonucuna varırsa oturur bir reddiye yazar.
Bu kitabı okuyan Baha Sait ve Fuat Köprülü; “ Kitap Hacı Bektâş’a aittir ve çok önemli bilgiler içermektedir” demektedir.
Biz ne yapıyoruz?
Daha kapağını bile görmediğimiz kitabın, bizi Sünnîleştireceğini, bu tür kitapların Bektâşîlik Alevîliği yolundan saptırdığını söyleyebiliyoruz.
Acaba halimize gülmek mi ağlamak mı gerekir ?
FÂTİHA SÛRESİNİN İSLÂMDA VE BEKTÂŞÎ/ ALEVÎLİKTE ÖNEMİ.
Hz. Alî’nin şöyle bir nutku vardır:
“ Kur’ân-ı Kerîm önceki dinlerin özü ve özetidir. Fâtiha Sûresi Kur’ân-ı Kerîm’in özü ve özetidir. Besmele [ Bismillâhirrahmânnirrahiym] Fâtiha’nın özü ve özetidir. Ben Besmelenin ilk harfi olan Ba harfinin altındaki noktayım” .[4]
Başta Bektâşi/ Alevîler olmak üzere, Yol zinciri Hz. Alî’ye bağlanan İslâm mutasavvıflarının büyük çoğunluğu, bu nutkun ve bu nutkun son sözlerinin , gizini açıklamaya çalışan binlerce kitap yazmışlardır. [5]
Kutuplar Kutbu olan Hünkâr Hacı Beaktâş Velî’nin, Hz. Şâh’ın bu nutku konusunda ve İslâmın en önemli temeli olan Fâtiha konusunda konuşmadığını düşünmek, bu konuyu kavrayamamaktır.
Bektâşî Edebiyatında sık sık geçen” BA-I BİSMİLLÂH, BA ALTINDA NOKTA, BA’NIN SIRRI”gibi terimler; Tanrının ilk sözü olan BA’yı ve bu harfin altındakiNOKTAYI VE Hz. Alî’nin yukarıdaki nutkunu anımsatır.
Hacı Bektâş Velî gibi çok çok büyük bir düşünürün, bu konuda kafa yormaması ve Kur’ân-ı Kerîm’in özü ve özetini, yani Fâtiha Sûresini, Yolumuza göre yorumlamamasını düşünmek, asla düşünülemez. Böyle bir düşüncenin birtek mantığı vardır, o da şudur: [Haşa] “Hacı Bektâş Velî İslâma inanmıyordu”…
BU YARGININ GERÇEĞE UYGUN OLUP OLMADIĞINI OKUYUCUNUN TAKDİRİNE BIRAKIYORUM.
Biz Bektâşî/ Alevîler Hacı Bektâş Velî’nin böyle bir yapıtı olduğunu, Baha Sait’ten öğrendik. Baha Sait Hz. Pîr’in yapıtlarını anlatırken: Tire Kütüphanesi’nde Fâtiha Tefsiri adlı bir eseri vardı. Bu eseri okudum çok değerli bir eserdir. Hacı Bektâş Velî hakkında çok önemli bilgiler vermektedir” diyordu.
Tire’de bulunan bu kütüphane yandı. Başta Tanrı’nın rahmetine kavuşan Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba olmak üzere, birçok insan bu kitabı aradı ve bulamadı. Bulamayınca “ bu kitap Tire Kütüphanesi’nin yandığı sırada kayboldu” sonucuna varıldı. Üzüntü içinde bu konu kapatıldı.
Hüseyin Özcan adlı bir akademisyen, emek vermiş ve bir rastlantı sonucunda, Londra’da bulunan bir kütüphanede, Hacı Bektâş Velî’ye ait Makâlât adlı kitabın ekindeFâtiha Tefsiri adlı kitabı bulmuştur. Bununla da yetinmemiş İstanbul kütüphanelerinde çalışmalarını sürdürmüş ve eserin ikinci kopyasını da bulmuştur. Aklı başında Alevî/ Bektâşîye düşen bu buluşu alkışlamak ve “ Tanrı Özcan’ın hizmetlerini kabul etsin,hizmet Hakk için yapılır” demektir.
Biz bunun tam tersini yapıyoruz ve “ Aman bizi Sünnîleştirecekler” feryadını basıyoruz. Bu mazoşit [özezer] tahlile, bir zamanlar çok ciddi işler yapmış olan bir derneği yönetmiş olan bir dostta katılabiliyor.
İnsanın kendi kendine şu soruyu sorası geliyor:
- Arkadaşlar! Sizin inancınız buz üzerine yazılmış yazımı ki, sıcağı görür görmez eriyip gidiyor ?
Eğer bir kitapla Bektâşîlik/ Alevîlik yok oluyorsa, bu Yolun yüzlerce yıl önce yok olması gerekirdi…
HACI BEKTÂŞ VELÎ HAZRETLERİ’NİN İSLÂMA İNANDIĞI VE ONA YENİ YORUMLAR GETİREN BİR DEVRİMCİ OLDUĞU YADSINMAZ BİR GERÇEKTİR.
Hz. Pîr 13- 14 yüzyıllarda yaşamıştır. O’nun yaşadığı çağda din, akla ve aklın ürünü olan bilime tam anlamı ile egemendi. Bir düşünürün sözleri ile: “Ortaçağda akıl ve bilim din adlı zindanda tutsaktı”. Bu nedenle 13- 14. yüzyıllarda yaşayan bir insanın dinden bağımsız düşüneceğini, yazacağını söylemek, güneşi inkar etmeye benzer.
Bu nedenle Hacı Bektâş Velî’de, çağında yaşayan her insan gibi dindardır.
Peki Hz. Pîr hangi dine inanmaktadır?
- Bu soruyu sormak bile abestir saçmalıktır. Çünkü O İslâmiyetin özünü, esas alan ve İslâmiyete canı gibi, kanı gibi bağlı olan bir düşünürdür, bir devrimcidir.
Kaldı ki O bu konuda, meçhul bir insan da değildir. O’nun kaleminden çıkmış olan MAKÂLÂT, FEVÂİD, MAKÂLÂT-I GAYBİYYE VE KELİMÂT-I AYNİYYE gibi yapıtları elimizdedir.
Bu yapıtlar O’nun, Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilen, Hz. Alî tarafından yorumlanan ve ÖNCEKİ DİNLERİN ÖZÜ VE ÖZETİ OLAN YÜCE İSLÂM DİNİNİN yılmaz savunucusu olduğunu kanıtlamaktadır.
Hiç kimse İslâma inanmak zorunda değildir. Ama Hacı Bektâş Velî adına konuşuyorsa, Bektâşîlik/ Alevîlik adına konuşuyorsa, İslâmı ret edemez. Böyle bir tutum hem cahillik ve hem de milyonlarca insanı incitmek olur.
Hele , PEYGAMBERİMİZİN “güzel ahlâk “OLARAK TA TANIMLADIĞI İSLÂMI, NAMAZA, ORUCA, HACCA, İÇKİ İÇİP İÇMEMEYE HAPSETMEK,Alevîliği zıddı olan Sünnîliğe göre tarif etmek, ardından da cahilce, hatta ukalaca tahliller yapmak, en hafifi ile :
- Bilmemek ve bilmediğini de bilmemektir.
Bir sabır küpü olan Kaygusuz Sultan, bilmediğini bilmeyenler için: kırk abdâl kanı kurutan demektedir.
HACI BEKTÂŞ VELÎ ŞERİATÇILARIN DEVLETİNDEN VE KENDİLERİNDEN KORKARAK GERİ ADIM ATT MI? O BİLGİÇLİK TASLAMAKİÇİN KALEM OYNATTI MI ?
Bu sorumuza bir ” teolog” şu sözlerle yanıt veriyor:
“” ….. Bir de, bir eserin müellifinin [yazarının] gerçek düşüncelerini
de yansıtıyor olması da mümkün olmayabilir. Kimi zaman bazı eserler
başkaca nedenlerle de yazılabilmektedir. Bir hususta ne denli bilgi
sahibi olunduğunun [yani malumat furuşluk] gösterilmesi
amacıyla yahut bir takım baskılar nedeni ile gerçekte kabul
edilmediği halde, kimi fikirler esere yansıyabilmektedir” [ koyu siyah harfler Fakîr’e aittir]
Aşağıdaki fikirler, Hacı Bektâş Velî’nin de aydınlatıcısı [mürşidi] olan Hz. Muhammed Mustafa’ya aittir:
- Savaşın en üstünü, cevr eden, zulümde bulunan padişahın karşısında doğru söylemektir. [6]
- Zalim olduğunu bile bile ona yardım eden kişi, gerçekten Müslümanlıktan çıkmıştır. [ Gölpınarlı s. 50]
- Allah’a doğru sözden sevgili bir sadaka yoktur. [ Gölpınarlı s. 67]
- Acı bile olsa doğıruyu söyle [ Gölpınarlı s. 67]
- Kötü kişinin kötülüğünü söylemek, gıybet [ dedikodu] değildir. [ Gölpınarlı s. 150]
- Bilginler, padişahla düşüp kalkmadıkça, dünyaya dalmadıkça, Peygamberlerin eminleridir [güvendiği kişilerdir]. Fakat padişahlarla düşüp kalkarlarsa, Peygamberlere ihanette bulunmuş olurlar. O vakit çekinin onlardan. [ Gölpınarlı]
- Bir bilgini, padişahla fazla düşer kalkar gördün mü bil ki; o hırsızın biridir.
Velîler Şâhı Hz. Alî de, şu buyrukları verir:
- Zulme ses çıkartmayanlar dilsiz şeytanlardır.
- Zulüm suçunun; zalimler ve zalime ses çıkartmayanlar olmak üzere iki suçlusu vardır. [ Bu iki kelâm-ı kibar’ı meâlen aktardık].
Hacı Bektâş Velî’nin aydınlatıcısı Muhammed, rehberi ise Alî’dir. O’nun şunun bunun baskısından çekinerek düşüncelerinden ödün verdiğini düşünmek, O’na büyük bir haksızlık olacaktır.
Hz. Pîr’in bir adı da; Kutb-ul Aktab, yani Kutubların Kutbu’dur.
- Ne demek kutub ?
Gönlünde Tanrı’danbaşka bir şey kalmayan, insana özgü duygularını yok eden, Tanrı ahlâkı ile ahlâklanan insan demektir.
Hacı Bektâş Velî salt kutup değildir, evrendeki kutubların kutbudur. Bu nedenle O’nun dünya nimetleri nedeniyle, veya baskıdan, zulümden korkarak, konuşup yazacağını düşünmek, en azından ona saygısızlıktır.
Hz. Muhammed’e, Hz. Alî’ye, Hacı Bektâş Velî’ye ve Gazî Mustafa Kemâl Atatürk’e yapılacak en büyük hakaret, onları kendimize göre kıyaslamaktır.
Burada Fakîr’e şu soru sorulabilir:
- Madem Hacı Bektâş Velî, üstün ahlâk ve doğaya sahiptir. Neden düşüncelerini herkesin anlayacağı bir dille açıklamamıştır?
Bu soruya Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Muhammed yanıt vermiştir. Çünkü Kur’ân çeşitli âyetlerinde; “emaneti ehline veriniz” diye buyurmaktadır. Hz. Muhammed ise, bir hadisinde şöyle der:
“ Bir topluluğa, bazılarının zihnini karıştıracak ve akılları ermeyecek sözü söyleme” [ Gölpınarlı s. 150].
Bektâşîlik bazı insanların doğuştan kör olduĞUNA İNANIR. Bunlara “ ham ervah” adını verir. Bunlardan biri için Kaygusuz Sultan:
Bir kaz aldım karıdan
Boynu da uzun borudan
Kırk abdal kanın kurudan
Kırk yıl oldu kaynatırım kaynamaz.
Hacı Bektâş Velî, sabrı Tanrı sabrı gibi olan abdalların bile kanını kurutan “kazları” Yoldan çıkartmamak, onların incir çekirdeğini bile doldurmayan dünyalarını sarsmamak için Makâlât adlı yapıtında, zaman zaman simgesel sözler sarf etmiştir.
Hz. Pîr’in eserlerinin hiç birinde [ Fâtiha tefsirini okumadığım için onu ayırıyorum] katkı yoktur. Katkı [Fâkîr gibi]olmamış, yani pişmemiş insanların gönlünde vardır.
MÜSAHİP KAVLİNE GİREN ALEVÎ VEYA NASİB ALAN BEKTÂŞÎ NAMAZ, ORUÇ, HAC GİBİ İBADETLERE KARŞI MIDIR?
Gazi Üniversitesibünyesinde Kurulan Türk Kültürü ve Hacı Bektâş Velî Araştırma Merkezi, Alevîlik/ Bektâşîlik araştırmalarına çok ciddi katkılarda bulunmuştur ve halen de bulunmaktadır.
Araştırma Merkezi, Hz. Pîr’in Makâlât adlı yapıtını şerh eden ve Hacı Bektâş Velî tarafından yazılan Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye adlı yapıtı Farsçadan çevirtip okuyucunun bilgisine sunmuştur.
Şimdi bu yapıttan [yani Hacı Bektâş Velî Hazretleri’nden] yararlanarak, Alevî/ Bektâşînin de oruç tutup, namaz kılması gerektiğini, Ama Bektâşînin tutması gereken orucun, kılması gereken namazın, Sünnîlerin oruç ve namazlarından çok farklı olduğunu açıklayalım:
“ Yüce Allah’a ulaşmak üç çeşittir:
Birincisi hayvansal davranışlardan kurtulmak, [ bunun yolu ise] nefsi arındırmaktır.
İkincisi Yüce Allah’tan başkasından kopmaktır. [bunun yolu ise] kalbi temizlemektir.
Üçüncüsü ise, maddi sıfatlardan kurtulmaktır. [ bu da] ruhu yüceltmekle[olanaklıdır].
Demek ki Hacı Bektâş Velî’ye göre tâlibin [isteklinin, yani Bektaşî/ Alevînin] tek bir görevi vardır, oda; nefsin arındırılması, kalbin temizlenmesi ve ruhun yüceltilmesidir. [7]
Bu ibadet çıkar amacı ile yapılmamalıdır. Çünkü bir kutsal hadiste: “ Kullarımdan en çok öfkelendiğim kişi, bana cehennem korkusuyla ve cennet arzusuyla ibadet edendir” denilmiştir.Allah’ın Elçisi buyuruyor ki: Namaz mü’minin miracıdır” [8]
Hacı Bektâş Velî bundan sonra, mü’minin mi’racının nasıl olacağını, daha doğrusu namazın nasıl kılınacağını şu sözlerle anlatmaktadır:
“Dünyadan el yumalı ve ahiretten el etek çekmeli, nefsini kurban etmeli, kalıcılığa (bekâ) ulaşabilmek için yokluk denizinde (fenâ) boğulmalısın”.
Demek ki namaz, İslâma inanan herkese olduğu gibi, Alevî/ Bektâşîyede farzmış. AMA Bektâşî/ Alevînin NAMAZI YUKARIDA AKTARILDIĞI GİBİ KILINIR. Sünnînin kıldığı gibi kılınmaz.
BU NAMAZ NEREDE KILINIR?
- Bu namazın yeri yoktur. Onun mekanı tüm dünya, eski sözle arzın tamamıdır.
BU NAMAZIN VAKTİ VAR MIDIR?
– Yola girişten ölünceye kadar her an ve her dakika bu namaz kılınır. Buna Bektâşîlik/ Alevîlikte; “Salât-ı daim “ adı verilir…
Bedri Noyan Dedebaba bu konuda şunları söylemektedir:
Mihrabına dönmüş, yüce mi’racına ermiş
Sermest ü müdam Câna namaz dine halelmiş.
Cânan ile varın kül edip zevki bulurken
Bir başka ibadet aramak Dost, boş emelmiş…
Hacı Bektâş Velî, Hz. Peygamber’in yüzleri aşan hadislerine dayanarak şöyle diyor:
- Zâhidin yetmiş yıllık ibadeti, ârifin bir saatlik tefekkürüne eşittir.
Bizler her an ve dakika tefekkür yapıyorsak, her an namaz kılıyoruz demektir.
Oruç
Hacı Bektâş Velî’ye göre, oruç ta üç derecedir:
- Birincisi, halk (avam) derecesi
- İkincisi seçkinler (havas) derecesi
- Üçüncüsü seçkinlerin seçkini [hassü’l- has] dercesi
Birinci Derece Oruç: Karnı ve cinsel organları orucu bozan şeylerden korumaktır.
İkinci Derece Oruç: Gözü na-mahreme bakmaktan,kulağı uygun olmayan sözleri duymaktan, dili haksız konuşmaktan korumaktır.
Üçüncü Derece Oruç: Bu oruç peygamberlere ve evliyâlara özgüdür ki bunlar, gönlü Hakk’tan gayrı her şeyden korurlar. Nitekim Hz. Alî (Allah yüzünü aziz kılsın – [ Kerem allahü Vecheh] ); “ dünya bir gündür ve orada bizim için oruç vardır” diye buyurmaktadır. Demek ki onun bütün yaşamı oruç tutmakla geçmektedir.
Peki Bektâşî/ Alevîlerin Orucu Var mıdır ve Kaçıncı Derece Oruçtur?
Meydan Evi’nde yola giren istekliye [tâlibe] Dede veya Baba şu telkinde bulunur:
“ Evlat eline- diline- beline sahip ol/ Dedikodu etme/ Kulağını yaramaz şeyleri dinlemekten uzak tut/Zalim olma ve zulme çanak tutma/İncinsen de incitme. Koğ [dedikodu] kibirden kaçın. Elinde olanları başkaları ile paylaş Vb. “
Demek ki Bektâşîler de oruç tutuyorlarmış; ama onların orucu mideyi boş tutmak veya cinsi ilişkiden kaçarak yerine getirilmiyormuş. Onların orucu gönlü yaramaz şeylerden arındırarak tutulurmuş…
Hacc
Hacı Bektâş Velî ;
Her ne ararsan kendinde ara
Kudüs’te, Mekke’de Hacc’da değildir.
Diye buyurmaktadır. Hz. Pîr Makâlât-ı Gaybiyye Kelimât-ı Ayniyye adlı yapıtında inananın kalbinin Tanrı’nın evi, yani Beytullah olduğunu şu sözlerle açıklamaktadır:
“Peygamberler Sultanı “ Mü’minin kalbi Allah’ın arşıdır” diye buyurmuştur”.
Madem ki inananların kalbi Tanrı’nın ikamet ettiği arştır. O zaman, insanlara sevgi ile, saygı ile yaklaşmak hacların en yücesidir.
Biz Bektâşî/ Alevîlerin, Nesimî’nin şu beytini düstur edinmemiz gerekir:
Kıblegâh-ı Kibriyâ’dır/Yıkma gönlün kimsenin.
Yukarıda sunulan sözlerden hareketle Hacı Bektâş Velî Hazretleri’nin Tanrı buyruğu olana Haccı inkar ettiği sonucunu çıkartmamak gerekir.
Şüphesiz Şeriat Ehli’nin haccı da Tanrı buyruğudur.
Ama Alevî/ Bektâşînin hacı insana hizmet, insanın gönlünü kırmamaktır.
Cihad (Mücahede)
Şeriat Ehli’nin cihadı; din adına Müslüman olmayanlarla savaştır ve her Müslümana farzdır. Farz olduğu için de kutsal bir ibadettir.
Hz. Peygamber :
“En yüce cihat [cihad-ı ekber] nefse karşı verilen cihattır “
diye buyurmaktadır. Hacı Bektâş Velî ise cihadı şöyle tanımlamaktadır:
Mücahede; nefisle, şeytanla savaşmaktır. Buna göre derviş gece ve gündüz nefsiyle ve şeytanla savaşmalıdır. Nefsini hiçbir isteğine kavuşturmamalı, muradına erdirmeli ki, şeytan ona nüfuz edecek yol bulamamalı ve o, reddedilmişolmalıdır”.
Böyle tanımlamaktadır Hz. Hünkâr cihadı…
Peki Bektâşî/ Alevîlerin Vatan İçin Savaşmak Görevleri Yok mudur?
Yüce insan olan Hz. Muhammed Mustafa :
- Hubb-i vatan min-el-iman
Diye buyurmaktadır. Demek ki peygamberimize göre; vatan sevgisi inancın olmazsa olmazıdır.
Fakîr’in inancına göre Tanrı’nın, “ ahsen-i takvîm” üzere yarattığı Mustafa Kemâl’de:
- Söz konusu vatansa gerisi teferruattır
Demektedir. Hz. Muhammed’e ve Mustafa Kemâl’e canı gönülden bağlı olan Alevî Bektâşîler, vatan savunması söz konusu olduğunda, hiç ikirciklenmeden, her şeyi terk ederek, silaha sarılırlar.
Bu topraklar Haçlı saldırganlarının ve emperyalizmin eline geçmemişse. Bunun en önemli nedeni Alevî/ Bektâşîlerin vatan sevgileridir.
Hz. Alî ve Ehl-i Beyt Sevgisi
Alevîlik adına konuşan ve bireysel ideolojik yapılarına göre bir Alevîlik yaratmaya çalışan bazılarının bu konudaki tezleri şudur:
- Alevîlik/ Bektâşîlikte Hz. Alî ve Ehl-i beyt aşkı başlangıçta yoktu. Bu ritüeller Alevîliğe Balım Sultan’la[ Vef: 1516] girmiştir.Yavuz [ Ölümü: 1520] kıyımından sonra da pekişmiştir
Acaba Hz. Hünkâr bu konuya nasıl yaklaşmaktadır?
Hacı Bektâş Velî’nin bu konudaki sözleri şunlardır:
- Allah’ın Elçisi’nin [Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun] [bu konudaki buyruğu şudur:] “ Ümmetim içinde bütün peygamberlerin bir benzeri vardır. Ey Alî! Benim benzerim sensin” buyurduğu gibi . [Makâlât-ı Gaybiyye, s. 34]
- Hazret-i Resûlullâh[S1] [Allâh’ın salât ve selâmı O’nun üzerine olsun] [Şöyle buyurmuştur]: Ben size iki şey bırakıyorum: Biri Allah’ın kelâmı ve diğeri ise, Ehl-i beyt’im” kurtuluşa ermek istiyorsanız, Allah’ın kelamına ve Peygamberler Sultanı’nın evladına tutunun. Yüce Allah bu konuda şunları buyuruyor: “Allah’a inanan kimse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpla sarılmıştır. Allah işiticidir ve bilendir. [2. Bakara Sûresi 256 âyet] . [Makâlât-ı Gaybiyyes.39]
Burada, konumuzun dışına çıkarak, bir açıklama yapmakta yarar vardır:
Şeriatın ulemasına göre Ehl-i beyt Hz. Muhammed’in ev halkıdır. Ev Halkı ise Peygamberimizin eşleridir. Doğal olarak, eşleri hane halkından sayılınca Ayşe de Ehl-i beyt’e dahildir. Oysa ki bu dönemde eşler hane halkından sayılmıyorlardı
Bu konuda daha da aşırı gidenler vardır: Ehl-i beyt sözü ile soy kasdedilmiştir. Peygamber Kureyş Kabilesi’nden olduğuna göre, tüm Kureyş, bu arada mel’un Muaviye’de Ehl-i beyt’ e dahildir.
Hacı Bektâş Velî ; “ Peygamber Sultanı’nın evladına”diyerek Ehl-i beyt’e Hz Alî ve O’nun soyunun dahil olduğunu belirtmiştir.
Yukarıda ki alıntı ve Fakîr’in, yeni yayımlanan Tarihi Çarpıtanlar adlı kitabında sunulan kanıtlar göstermektedir ki, Ehl-i Beyt Aşkı bu milletin genlerine işlemiştir.
Hakk’ın rahmetine kavuşan Bedri Noyan Dedebaba’nın buyurduğu gibi;
- Bilen de konuşuyor, bilmiyen de…
İSLÂM VARDIR İSLÂMDAN İÇERİ
Hacı BektâşVelî’nin yukarıda sunulan
Görüşleri, Ehl-i Beyt öncülüğünde yapılan İslâm yorumunun 13. yüzyılın koşullarına uyarlanmasından başka bir şey değildir.
Aslında Hz. Pîr’in İslâm yorumu ve O’nun namaz, oruç hacc konusundaki görüşleri, birçok İslâm düşünürü tarafından da paylaşılmaktadır.
Bakınız bu konuda Es-Seyyid Ebu’l- Vefâ hazretleri neler söylüyor:
Ebu’l- Vefa hazretlerine soruyorlar:
- İslâm ne nesnedir yâ şeyh ?
- Sizin islâmınız mı sorarsın, yohsa benim islâmımı?
Sail (soru sahibi) eyitdi (sordu)
- Senin islâmın benim islâmımın gayri midir?
Seyyid eyitdi:
-Neam (evet).
Sail eyitdi:
- Beyan eyle (açıkla) görelim.
Seyyid eyitdi:
-Sizin İslâm-ı kâmiliniz aynı imandır ki ; dille Hakk Teâla’nın birliğine inanub, ikrar idüb, gönülle itikad idüb a’zanla (uzuvlarınla- organlarınla) amel itmekdür.
……..Yani benim islâmım varlığımı mahv idüb gidermek, sıfatlarımı tebdil eylemek (güzel ahlâkı vücudumun tüm zerrelerine yerleştirmek, cemi evkatımı (zamanınımın tümünü)Hak teâlânın kulluğuna sarf etmektir ve dahi sizin orucunuz Ramazan ayında; ve sair oruçda gündüzyemeği ve suyu terk etmektir.
……. Yani benim orucum cemi kainattan (tüm evrenden) beri olmmakdır. Yiyecekten ve giyecekten şol ibadete kuvvet ve yardım idecek kadar ola ve dahi cemi yaramaz sıfatlardan, nohsan virir nesnelerden hali (uzak) olmakdır.
(…..)
Ebu’l- Vefâ hazretlerinin tahlilleri ile, Hacı Bektâş Velî Hazretleri’nin tahlilleri arasında tek bir fark vardır:
- Hz. Pîr kendisine bağlananları, dünyadan tümden koparmamaktadır. O
- GÜNDÜZ ŞEVK İLE DÜNYA İŞİNE, GECE AŞK İLE AHİRET İŞİNE
Buyruğunu vererek tâlibi iş içinde eğitmektedir.
O istekliyi toplumdan uzaklaştırarak, hafi veya aleni (gizli ve açık) zikir yaptırarak eğitmemekte; onda AŞK VE SEVGİ YARATIP EĞİTMEKTEDİR.
HAZRET-İ MEVLÂNA SÜNNÎ MİYDİ?
“Kitapsız bilen teologlarımıza”göre Hz. Mevlânâ “ Sünnî” dir veya “Sünnîliğe çok yakındır”.
Herkesin de bildiği üzere Mevlânâ meçhul değildir. Onun inanç ve düşüncelerini yansıtan yapıtları dilimize ve yeni harflere çevrilmiştir. Eğer okuma yazma biliyorsak ve dinle siyaseti birbirine karıştırmak gibi bir amacımız bulunmuyorsa, açarız kitapları okuruz ve bir karar varırız.
Fakîr O’nun kitaplarından bazı aktarmalar yapacağım ve Hz. Mevlâna’nın Sünni olup olmadığının kararını okuyucuya bırakacağım.
Hz. Mevlâna Hz. Alî’ye Ulûhiyetlik İzafe etmektedir
Şu sözler O’na, yani Mevlâna’ya aittir:
“ Hakk’ın yüksek sıfatları Alî’nin niteliğidir. Tanrı’nın sıfatları zaten ayrı değildir. O Tanrı’nın Zâtı’na yapışmış O olmuştur. Hani duyduğu lâhûttun [ Tanrısallık aleminin] O gizli hazinesi yok mu? İşte O O’dur.Çünkü O [ Hz. Alî] Hakk’tan Hakk’la görünmüştür. O hazinenin nakdi tükenmez ilimdi. İşte o ilimden amaç, yüce Alî’dir. Tanrı’nın hikmetini O’ndan [Hz. Alî’den] başka kimse bilmez……
İbtidasız [öncesiz] O idi. Sonsuz [ sonsuz] da O’dur. [11]Peygamberlere yardım eden O idi. Velîlerin gören gözü hakikaten O’dur. O şeriatta ilim şehrinin kapusudur. Hakikatta ise iki cihanın beyidir. İki cihan sultanı Muhammed Hakk’a yakınlık gecesinde [ mi’râcda] , Allah’a kavuşmanın harem yerinde O‘nun [ Hz. Alî’nin] sırrını gördü. Alî’nin nutkunu Alî’den dinledi . Alî ile birleşilen o yerdeAlî’den başkası bulunmaz…..” [12]
Bunları anlatıyor Hz. Mevlâna. Bu sözleri bir Sünnîye asla söyletemezsiniz. Çünkü bu sözler İslâmın şeriatçı yorumuna göre küfürdür. Tanrı’ya ortak (Şirk) koşmaktır. Ama kimilerinin Alî yandaşı değil dediği, yani Alici, Alîsel, Alevî saymadığı Hz. Mevlânâ, bu sözleri söyleyebiliyor.
Takdir okuyucularındır.
Bundan sonra, siz karar verin, Acaba Mevlâna Sünnî midir Alevî midir?
Hz. Mevlâna’nın Namaz ve Hacc Konusundaki Görüşleri de Hacı
Bektâş Velî İle Tam Bir Uyum İçindedir:
“…….Ona göre namaz bir suretten ibaret değildir. [µünnîlerin kıldığı]
namazın başı tekbir, sonu selâmdır. Başı ve sonu olan her şey kalıptır. O’nun ruhu eşiz ve sonsuzdur. İstiğrak kendinden geçiştir. Ve kılınan namazdan daha iyidir.
Kalp huzuru olmadan kılınan namaz, namaz olmaz. Namaz
İçtedir ve ruhun namazıdır. Şeklen kılınan namaz geçicidir”. [13]
“…….. Bir gün eshabı [arkadaşları] O’nu istiğrak halinde
[Tanrı aşkı ile kendinden geçmiş bir durumda] buldular.
Namaz vakti geldi. Müritlerinden bazısı Mevlâna’ya seslendiler.
Mevlâna onların sözüne aldırış etmedi. Onlar kalkıp namaz
Kılmağa başladılar……. Namaz kılanlardan Hacegi adlı bir
Müridi sır gözüyle [gönül gözüyle] namaz kılan eshabın
Hepisinin imamla beraber arkalarının, şeyhe uyan o iki müridin ise
Yüzlerinin kıbleye dönük olduğunu apaçık gösterdiler………
Her kim, arkasını Tanrı’nın nuruna ve yüzünü duvara çevirirse Mutlak surette arkasını kıbleye çevirmiş olur. Çünkü o, kıblenin Canı olmuştur. İnsanların yöneldikleri Kâbe’yi Peygamber Yapmamış ve O, âlemin kıblegâhı olmamış mıdır? O halde, Peygamber kıble olursa daha uygun olur. Çünkü kıble onun İçin kıble olmuştur. ‘ (Fîhi Mâfih, s. 16- 17)
Hz. Mevlâna’nın Hacc konusundaki görüşleri de Hacı Bektâş Velî’den farklı değildir:
“ Zâhir ehli [şeriat ehli] için Mescid-i Haram halkın ziyaret etmek için gittiği Kâbe’dir. Âşıkların veTanrı’nın seçkin kullarının indinde ise Mescid-i Haram Tanrı’nın visâlidir. [14]
Kâbe’den maksat, Velîlerin ve nebîlerin gönülleridir ve burası Tanrı’nın vahyinin yeridir. Kâbe onun fer’idir [ uzantısı- Ayrıntısıdır] . GÖNÜL OLMASA Kâbe ne işe yarar. ( Fîhi Mâfih s. XX)
Şu sözler de Hz. Mevlâna’nındır:
Ey cihanın cânı, yüzün bana kıble olduktan sonra ne Kâbe’den haberim var, ne kıbleden.
Senin yüzün önümde iken kıbleye dönmeme imkan yoktur; çünkü o kıble cismin kıblesi, senin yüzün ise ruhun kıblesidir.. [Asaf Halet s.105]
Vecde gelen Mevlâna Hacca şöyle yaklaşmaktadır:
Puthanede iken sevgilimin hayali bizimle olursa Kâbe’ye tavafa gitmek aynı hatadır.
Kilisede O’nun ıtırı olmadıkça ateşgededir [mecusidir]; ve onun ıtrı duyulan ateşgede [Mecusi tapınağı] bizim Kâbe’mizdir. [Asaf Halet s. 212]
Mürşîdim (Aydınlatıcım) Baki Bayraktar Halîfebaba gönülün yüceliğini şöyle anlatır:
- Kılı kırka yarmışlar/ Yol ondan ince gelmiş/ Yolu kırka yarmışlar/ Gönül ondan ince gelmiş.
Mevlâna’nın Dörtlüklerinden Seçmeler
Cami ve Medreseler Hakkında:
Şu medrese, minare olmazsa viran
Kalenderîlik yeşernmez, bize vermezler aman.
İman küfür değilse, olmazsa küfür iman
Tanrı’nın hiçbir kulu değil gerçek Müslüman. [15]
Hz. Pîr Hacı Bektâş Velî’de, Hakikat Kapısının onuncu
Makamına gelenlerin “küfrü iman bilmeleri gerektiğini” buyurmuştur.
Sordum “ Ey put! Senin tapınağın nerededir ?” . Dedi ki: Senin harab olan kalbindir; Ben güneşim benim ışıklarım viranelere girer. ( Âsaf Halet Çelebi s. 21)
****
Varlık yokluk hep O’dur. Sevinç ve kederi hasıl eden hep O’dur.
Sende görecek göz yok [ eğer gönül gözüyle bakabilseydin], kendinin baştan aşağı hep O’ndan [Tanrı’dan] ibaret olduğunu görürdün. ( Âsaf Halet Çele