Atatürk’ün 20 Mart 1923 günü Konya’daki konuşması
Atatürk’ün 20 Mart 1923 günü Konya’da gençlere yaptığı konuşması.
Atatürk bu konuşmasının büyük bir kısmını din konusuna ayırmıştır. Bu konuşmanın bazı bölümleri şöyledir:
“...Hoca olmak için, yani dinin gerçeklerini halka telkin etmek için mutlaka bilimsel elbise şart değildir. Bizim yüce dinimiz her Müslüman kadın ve erkeğe araştırmayı farz kılıyor ve Müslüman, bu dine bağlananları aydınlatmakla yükümlüdür.
Efendiler, bir fikri daha düzeltmek isterim. Milletimizin içinde hakiki din bilginleri, bilginlerimiz içinde milletimizin gerçekten iftihar edebileceği bilginlerimiz vardır. Fakat bunlara karşılık bilimsel kisve
altında gerçekleri bilimden uzak, gereği kadar eğitim görmemiş, bilim yolunda gereği kadar ilerleyememiş hoca kıyafet-i cahiller de vardır. Bunların ikisini birbiriyle karıştırmamalıyız. Seyahatimde birçok gerçek
aydın, din bilgini ile görüştüm. Onları çağdaş eğitim almış, sanki Avrupa ‘da öğrenim görmüş bir düzeyde buldum. İslam’ın gerçeklerini ve özünü bilen din bilginlerimizin hepsi bu olgunluk kertesindedir. Şüphesiz ki, bu gibi din bilginlerimizin karşısında imansız ve hain bilginler de vardır. Lakin bunları onlara karıştırmak isabetli olmaz.”
Gerçek din bilgini ile dine zararlı bilginlerin birbiriyle karıştırılmasının Emeviler (661-750) zamanında başladığını belirttikten sonra sözlerine şöyle devam eder:
“Ondan sonra bütün zorba hükümdarlar hep dini alet edindiler; ihtiras ve istibdatlarını destek için ulema sınıfına başvurdular. Gerçek din bilgini, dini bütün bilginler hiçbir vakit bu zorba taç sahiplerine baş eğmediler, onların emirlerini dinlemediler, onlardan korkmadılar. Bu gibi din bilginleri kamçılar altında dövüldü, memleketlerinden sürüldü, zindanlarda çürütüldü, darağaçlarında asıldı. Lakin onlar yine o hükümdarların keyfine dini alet yapmadılar. Fakat gerçekte din bilgini olmamakla beraber, sırf o kisvede bulundukları için bilgin sanılan, menfaatine düşkün, haris ve imansız birtakım hocalar da vardı. Hükümdarlar işte bunları ele aldılar ve işte bunlar, muvafik-ı dindir diye fetvalar verdiler. İcabettikçe yanlış hadisler bile uydurmaktan çekinmediler. İşte o tarihten beri saltanat tahtında oturan, saraylarda yaşayan, kendilerine halife namı veren müstebit hükümdarlar bu gibi hoca kıyafetli cerrarlara iltifat ve onları himaye ettiler. Gerçek ve imanlı din bilgini her vakit ve her devirde onların kin besledikleri oldu.
Üç buçuk dört sene evveline kadar hayatta olan Osmanlı Hükümdarları da aynı şeyi yapmışlar, aynı hilelerden yararlanmışlardı. Osmanlı tarihinden bu konuda uzun örnekler vermeye gerek yok, son Osmanlı hükümdarı Vahdettin’in hareketi gözümüzün önündedir. Onun emriyledir ki, bile bile ölüme götürülen milleti kurtarmak isteyenler isyancı kabul edildi. Onun emriyle, millet ve vatanı kurtarmak için kan döken aziz ordumuzun, başkaldıranlar sürüsü olduğuna dair fetvalar veren din bilgini kıyafetli kimseler çıktı. Onlar bit fetvaları Yunan uçaklarıyla ordumuzun içine atıyorlardı. İşte bu noktada soruyu soran arkadaşımıza yerden göğe kadar hak veririm. Din bilginleri içinde böyle hainleri himaye, kötü hareketlerini şeriata uyduran, din kisvesi ve şeriat sözleriyle milleti ayağa kaldıran ve aldatan bilginlerin (onlar için bu tabiri kullanmak istemem) böyle kötülüğe alet olan insanların yüzündendir ki, dört halifeden sonra din daima siyasetin aracı, çıkarın aracı, zorbalığın aracı yapıldı. Bu hal Osmanlı tarihinde böyle idi. Abbasiler, Emeviler zamanında böyle idi. Ancak şurayı açık düşüncenize arz ederim ki, böyle adi ve alçak hilelerle hükümdarlık yapan halifeler ve onlara dini alet yapmaya tenezzül eden sahte ve imansız bilginler, tarihte daima rezil olmuşlar, hüsrana uğramışlar ve daima cezalarını görmüşlerdir. Abbasi halifelerinin sonuncusu biliyorsunuz ki, bir Türk tarafından parçalanmıştı. Dini kendi ihtiraslarına alet yapan hükümdarlar ve onlara yol gösteren hoca namlı hainlerin sonu hep böyle olmuştur Böyle yapan halife ve din bilginlerinin arzularına ulaşamadıklarını tarih bize sonsuz örneklerle izah ve ispat etmektedir.
Artık bu milletin ne öyle hükümdarlar ne öyle bilginler görmeye tahammülü ve imkanı yoktur. Artık kimse öyle hoca kıyafetli sahte bilginlerin yalanına önem verecek değildir. En cahil olanlar bile o gibi adamların niteliğini pek âlâ anlamaktadır.
Fakat bu konuda tam bir emniyet sahibi olmaklığımız için bu uyanışı, bu uyanıklığı, onlara karşı bu nefreti, gerçek kurtuluş anına kadar bütün kuvvetiyle hatta artan bir azimle korumalı ve sürdürmeliyiz. Eğer onlara karşı benim şahsımdan bir şey almak isterseniz derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yanlız benim kişisel imanıma değil, yalnız benim gayeme değil, o adım benim milletimin hayatıyla ilgili, o adım milletimin hayatına karşı bir kasıt, o adım milletimin kalbine yöneltilmiş zehirli bir han çerdir. Benim ve benimle hemfikir arkadaşlarımın yapacağı şey, mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemektir.
Şüphe yok ki arkadaşlar, millet birçok fedakârlık, birçok kan bahasına, en sonunda elde ettiği hayatının ilkelerine kim şeyi tecavüz ettirmeyecektir.
Bugünkü hükümetin, meclisin, kanunların, anayasanın nitelik ve felsefesi hep bundan ibarettir. Sizlere bunun da üstünde bir söz söyleyeyim: Diyelim ki, eğer bunu temin edecek kanunlar olmasa, bunu temin edecek meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma, yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldürürüm
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, 1989; 148-150
Cemhaber.com