Baba Mondi ve Harabati Dergahı
İÇİNDEKİLER
(HACI BABA, MÜCERRET BABA MONDİ)’la Söyleşi Ayhan Aydın
Makedonya Tetova’da Harabati Dergahındayız ve yanımızda Balkanlardaki Bektaşiliğin günümüzün önde gelen temsilcilerinden olan Baba Mondi ve Harabati Dergahının şu anda dervişliğini yapan Abdulmüttalip Bekiri var. Sevgili babamız sorularımızı yanıtlayacak. Baba Mondi’nin Arnavutça olarak yapacağı konuşmayı, söyleşiyi sevgili dervişimiz Türkçe olarak bizlere aktaracak. 500 yıllık tarihi bir dergah içerisinde Balım Sultan erkanının yüzyıllardır sürdürüldüğü büyük yapıda şu anda, Hakk’a yürüyen Tahir Emini Baba’nın yerine bu posta dergahın postnişini olarak oturan sevgili Baba Mondi ile söyleşeceğiz. Bizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz. Sevgili babamızın halleri keyifleri nasıllar?
Tahir Baba’nın Hakk’a yürümesiyle fakir dede babalıktan atandı. Tahir Baba’nın özellikle 1994’ten bu yana ilk olarak bizim dediğimiz Ortodoks hükümet adamlarıyla daha sonraları 2001’de kurtuluş harbi bugünlerde gördüğünüz gibi çok büyük işler gördü. Merhum bir evliyadır, bilgili, aynı zamanda hakkımızı koruyan bir önderdi. Bu sebeple 40 gündür bekliyoruz, Tahir Baba’nın ölüm münasebetiyle herkes gelsin buraya bizi ziyaret etsin, Tahir Baba’nın ailesini ziyaret etsin, başsağlığı dilesin, diye. İnşallah bu işte başarılı olacağız (işlerin düzelmesi, dergahın eski haline dönmesi konusunda). Trakya Gezisi ve Topcu Baba Etkinliği Ayhan Aydın 27 Mayıs Cuma, 2011 Serde gezginlik var. Her fırsatı değerlendir devamlı gez, benim yaşam ilkem nerdeyse. Orta yerde bir hısmın, akrabanın düğünü olduğu halde nasıl olsa Hz. Hızır’ın yardımıyla yetişiriz, diyerekten yine koyulduk yollara… Abdal Musa Dergahı Mürşid Baba’sı Ali Koca, yine bu dergahtan dervişimiz Hüseyin Durak, üç hafta önce yola giren muhip Nesimi Doğan ve “âşık” Ayhan Aydın iyi bir dörtlü ekip olarak düştük Trakya’nın yeşil ipek bir halıyı andıran doğası içinden yola… Türlü çilelerle hayat kavgasında büyük fedekarlıklarla hayli yıpranmış Hasan Yıldız Halifebaba ve Anasultan’ın ocağına kendimizi atıveriyoruz. Anasultan biraz rahatsızlanmış ama şimdi bizi de görünce hayli neşelendi her zaman ki gibi. İşte bir Alevi-Bektaşi anası, anasultanı, yolun hizmet bacısı, Kadıncık Anamız diyorum, karşımızda işte… Hayat devri daimden ibaret… Kınalı elleriyle, misafirlerini karşılayıp ağırlayan anamızla biraz da hayatın gerçekleri üzerine sohbet ediyorum; “… büyük sıkıntılar yaşadık. Pek bir şeyimiz yoktu”, diyor Ana. Koyun peşinde, hayat kavgasında bir Hasan Yıldız ve ondan önce Almanya’ya işçi olarak giden Anamız… Gece gündüz çalışmalar… Nihayetinde hastalıklar… Yurda dönüş… Ve yola çok erken girmiş olan Hasan Yıldız Baba’nın hizmet günlerinin başlaması… Sefer Aytekin’den büyük bir hürmetle bahsediyor Hasan Yıldız Baba. Şinasi Koç’un Almanya’daki evlerinde bir ay kaldığını söylerken, Halil Öztoprak’tan da saygıyla bahsediyor. Tevazu sahibi, aydın bir yüreği olan Halifebaba Hasan Yıldız’ı bu vesileyle bir kez daha selamlıyorum.
28 Mayıs Cumartesi Topçu Baba Etkinliği
Sabah Topçu Baba Anma Etkinlikleri’ne katılmak üzer yola koyulduk. Kofçaz ilçesi Topçular Köyü yakınlarındaki Topçu Baba Türbesi’ni ziyaret ediyoruz ilkin. Etkinlik alanına gelen canlar ilkin Türbeyi ziyaret ediyorlar; dualar ediliyor, mumlar (çerağlar) yakılıyor, niyazlar yapılıyor. Sonra etkinlik alanındaki yerimizi alıyoruz. Meşe altında yemyeşil otlar üzerine yapay kilimler, halılar seriliyor. Kahvaltısını burada yapan canlar, yaşlı genç yüzlerce Trakya’lı bir araya geliyor, ağaçlar altında yeşillikler içinde en güzel çiçekler olarak açıyorlar. Muhabbet, sohbet başlıyor derken. Seksen sekiz koyun kurban ediliyor, Topçu Baba ve cümle erenler adına. Birçok insan bu kurbanların etlerini kazanlara koyuyorlar. Nice baba, ana bir araya geliyor. Nerdeyse gerçekten de aynı aileden farklı köylere yerleşmiş gibi insanların tümü birbiriyle akrabaymış gibi sarmaş dolaş oluyorlar. Birçok dostla, babayla karşılaşıyoruz; Ali Sezer Baba, Mehmet Şilli Baba, Bektaş Yavuz Baba, Hüseyin Baba, Babaeski’den Lütfü Arga, Deve çatağı Köyü Dedesi Talip Talih, Deve çağı Köyü Gülşani (Şah Bedrettin)Habip Özkaynak, Turgutbey Köyü’nden Levent Aktaş, Tekirdağ Kılavuzlu Köyü’nden Mehmet Tiryaki, Araştırmacı Yazar Refik Engin, Ozan Mustafa Ermiş… daha niceleriyle sohbet ediyoruz. Hüseyin Durak Derviş ve Nesimi Doğan canla seyran eyliyoruz. Fotoğraflar çekiyoruz. Mahalli sanatçılar, ozanlar, babalar sahne alıyorlar, semahlar dönülüyor. Bunlar arasında Ali Koçluların döndükleri semahlar hafızama kazınıyor. Ali Koca da sahne alıyor, her zaman ki gibi kendine özgü üslubayla nefesler söylüyor. Topçu Baba Kültür Derneği Başkanı Selahattin Dağ, Topçu Baba hakkında bilgi veren Mehmet Şilli Baba konuşmalarıyla halkı selamlıyorlar. Bu arada Ali Koç süreğinden Eskişehir’den Seydi Baba’dan el alan, “taç giyen” Lüleburgaz Hamzabey Köyü’nden Ali Koç’lu Bektaş Yavuz’la tanışıyorum. Oldukça sevecen olan baba sahne de alıyor, sazıyla, semahlarıyla etkinliği zenginleştiriyor. Etkinlik alanından erken ayrılıp yine yola koyuluyoruz… Etkinliğe katılanlar; Kırklareli Valisi Mustafa Yaman, Kofçaz Kaymakamı Enver Özderin, CHP Kırklareli Milletvekili Av. Turgut Dibek, Kırklareli Belediye Başkanı Av. Cavit Çağlayan, Kofçaz Belediye Başkanı Nuri Çalışkan, Kırklareli İl Jandarma Alay Komutanı J.Kd. Albay Mehmet Yiğit, Kırklareli İl Emniyet Müdürü Mehmet Behzat Canbazoğlu, Kaynarca Belediye Başkanı Sait Uçar, Topçular Köyü Muhtarı Cemil Akuç, Siyasi Parti Milletvekili Adayları, Siyasi Parti İl ve İlçe Temsilcileri, İl Genel Meclis Üyeleri, Oda ve Dernek Başkanları katıldı. Meriç, Umurca Babaeski, Havsa, Uzunköprü’nün yanlarından geçip Meriç’i aşıyoruz. Her yer çeltik tarlası. Her biri birer havza olan tarlalardan hasat edilecek pirinler çifçinin yüzünü güldürebilecek mi acaba? Hiç sanmıyoruz. İnsanlarla konuşmalarımızda büyük geçim sıkıntısından, çifçinin gerçekten de nasıl bir darboğazda olduğunu görüyoruz. Bir amca 78 yaşında hala çalışmak zorunda, tarlasında, eşiyle birlikte. Çünkü yok. Olmayınca ne yapacak insanoğlu? Çalışacak. Peki 78 yaşında hiçbir güvencesi olmayan bir insanı tarlaya sürükleyen bir Türkiye nasıl bir Türkiye’dir? Bu ülkede bereket olabilir mi? Türkiye’de bir İsviçre yaşarken aynı anda 78 yaşında zar zor yürüyen bir adamı çalışmak zorunda bırakan düzen nasıl bir düzendir, sistem nasıl bir sistemdir? Bu utancı bize yaşatanlardan hiç hesap sorulmayacak mı? Aynı akşam saat sekizde Meriç’in Umurca (Omurca) Köyü’ne Medeni Yağcı Baba’nın evine mihman oluyoruz. Ana, Oğlu, Gelini, Torunuyla bizi sevecenlikle karşılayan Medeni Yağcı ise bambaşka dertler içinde: “ yol sürülmüyor, insanlar ceme gelmiyorlar, gençlerin ise hiç ilgileri yok” diyen Medeni Yağcı Baba oldukça kaygılı, üzgün, kederler içinde bize bakıyor. Hayli bir zaman emek verdim, çaba gösterdim ama şimdi benim de imkanlarım elvermiyor, Uzurköprü’de torun okutuyorum, onun yanından ayrılamıyorum. Kardeşcazım, cemler yapılmıyor, bir tek burası kaldı ama buradada yürümüyor. Ocaklar kapandı, bu işler bitiyor artık…” Ben üsteleyince işte al sana Nasuhbey Köyü bir zamanlar dört ayrı gurup cem olurdu, şimdi hiç yok. Burada da öyleydi, burada da yok. Ben dört sene Yeniköy’e gittim (Uzunköprü’ye bağlı belde) cemler yürüttüm ama artık gidemiyorum. Ali Mete’yi baba oturttuk. Ama orada da yürümüyor. Herkes sağa sola savruldu, çocuklar, (gençler) büyük şehirlere gittiler, yaşlılar yapamıyor, biz dağıldık ve kızancığım”… diyor. Akşam bizleri daha önceden tanıyan diğer canların da katılımıyla yine muhabbet sofraları kuruluyor…
29 Mayıs Pazar Kara Baba Türbesi
Erkenden kalkıyoruz. Köy yumartalı bir kahvaltı yaptıktan sonra Umurca ve Nasuhbey arasında bulunan bir önemli türbeyi ziyaret ediyoruz: Rumeli’ye fetheden “Kırk Eren”den birisi olarak bilinen Kara Baba’nın Türbesi Meriç boyunda, Yunanistan sınırında. Buradan karşı kıyıdaki, Yunanistan’daki bir köyün tüm evleri teker teker görülüyor. Daha önceki bir gezimde bir yaşlı bir Nasuhbey’li amca “Kara Baba, Kırk erenden birisiydi, kendisi Kızıldeli Sultan’la, Ece Sultan’la Rumeli’ye geçmek isteyen bir erendir. Ama kendisi burada Hakk’a yürümüş, türbesini burada yapmışlardır.” Demişti. Türbesi’nin türbedarı olarak yaz kış buraya hizmet veren Nasuhbey Köyü’nden Salih Arabacı ise herkesten daha dertli. Buraya hiç kimse bakmıyor, yardım etmiyor, diyen Arabacı şu anda yemekhanesi yapılan cem kültür evinin yarım kalan binasından, insanların ilgisizliğinden dert yanıyor. Türbede dualar yapılıyor, çerağlar yakılıyor. Burada benim en çok dikkatimi çeken ise yüzlerce yıllık olduğu besbelli olan meşe ağaçlarının bulunması. Burası kır, burası köy ama burada koyun yok, kuzu yok. Bu nasıl bir iştir Allah aşkına!? Salih Arabacı diyor ki, buraya adak adayan olduğu zaman kurbanını kendisi getirirken yanında getirecek bu köyde (Nasuhbey)’de koyun artık yok, diyor.
Uzunköprü, Derviş Kemal
Yaşayan belki de en ünlü Alevi-Bektaşi ozanı olan Kemal Özcan (Derviş Kemal) Ali Koca Baba’nın eski dostu. Zaten ben yıllardır tanıyorum kendisini, birçok kez söyleşimiz, sohbetimiz, hatta Cem Tv. İçin çekimlerimiz bile olmuştu. Tam altı aydır içerde hapistim, ben çok hastalık çektim, diyen Derviş Kemal bizleri karşısında görmekten son derece mutluydu. Sevinçten içim içime sığmıyor diyen Derviş Kemal ikinci kitabı olan Şah Gülleri isimli kitabının bizlere ulaşıp ulaşmadığını soruyor. Ama kitap konusunda bayağı öfkeli, adam Atatürk’le ilgili ne kadar şiirim varsa içinden çıkarmış öyle yayınlamış, diyor. Böyle şey olur mu be kardeşim, diyor. Olayın iç yüzü nedir bilemiyoruz, ama olmaz, diyoruz. İşte burada muhabbet ortamına giriyoruz. Bu gezide beni en çok bu ziyaret etkiliyor. Ağır, usul ama derinden, Tuna Nehri gibi akmaya başlıyor Derviş Kemal. Seyyid Ali Sultan süreğinden geldiği belli, bir başka tılsımı var kendisinin. Beni hep yanlış anladılar, diyor. Ben bu işlere çok eskiden başladım. Aleviliğimi, Kızılbaşlığımı, Bektaşiliğimi her zaman korkmadan yaşadım, yaşattım, söyledim. Cemler olurdu ama gizlilik içinde, yasaklar içinde, baskın yeme korkusu içinde. Pencerelerin önlerine yataklar, yorganlar konulup lambalar yakılmadan, mum ışığında, çerağ ışığında cemler yapılırdı. Gerçekten de bekçiler bekçilik görevini yaparlardı. Ama o bile sorundu, ya sokak bekçileri sorsa siz neyi bekliyorsunuz burada, dese ne denecek? Korku vardı, yasak vardı, yok sayılmak vardı, gizlenmek vardı, o günlerde, diye anlatıyor. “Reformcu bir yapım vardı, çeşitli eleştirilerim oluyordu, çağa uymak gerekir, diyordum. Ama derdimi kimseye anlatamadım, bu yola cahil dedeler ve babalar da zarar vermiştir, bunu kabul etmeliyiz, diyen Derviş Kemal; “ama yolun ana kuralları vardır bunu da kimse değiştiremez o değerler olmasaydı, bizler bu inancı bugüne getiremezdik, gülbenkler çok önemlidir, dualar çok önemli bu inançta” diyor. Bizden başka diğer bazı dostlarını da ağırlayan Derviş Kemal; “kusura bakmayın unutkanlık var, kelimeleri de toparlayamıyorum” diyerek yüzünden eksik olmayan gülemsemeyle bilge bir Anadolu ozanına dönüşüyor gözümde. Cemler, muhabbetler, sohbetler, nefesler bu yolun gerçekliğini ortaya koyar, diyen Derviş Kemal “nerede yeni bir ozan duysam, görsem hemen gidip onunla tanışırdım. Böylelikle o kadar çok ozan, yazar tanıdım ki, ben bu inancı, kültürü içinde, özümde yaşatıyordum ama uygulamada da yaşatmak istiyordum, bu tanışıklıklar içinde Nesimi Çimen’le, Feyzullah Çınar’la olan dostluğumun yeri bambaşkadır” diyor. 3500 şiiri olduğunu söyleyen Derviş Kemal, şiirlerini birbirinden ayıramadığını, hepsini sevdiğini söylüyor. Vefasızlıktan yakınan ozan Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarını eleştirmekten geri durmuyor. Gelip bazıları, profesörler vs. Gelip bana söz veriyorla, senin şiirlerini kitaplaştıracağız, diye. Ama hiçbir sonuç alamıyorum. Allah’tan ki şiirlerimin kopyasını onlara veriyorum, aslını verseydim, onları bir daha bulamazdım, diyen Derviş Kemal’in yine bizi candan karşılayan sevgili eşi ve gelini hemen bir şeyler hazırlıyorlar. Bir baba gibi duaları sıralayan Derviş Kemal sofra adabını, sohbet adabını, Alevi-Bektaşi erkan ve adabını her yönüyle yaşıyor, yaşatıyor. Buna uymayanlara hemen eleştirisini yapıyor. Tanrı insanda, anlayışıyla Alevi-Bektaşi felsefesini, Hallacı Mansur ve Seyyid Nesimiler’in yolunda, Pir Sultan’ın aydınlığında üretmeye devam eden Derviş Kemal, babam okumamış bir insandı ama ne de güzel yapmış, hem can, özellikle de “Özcan” soy ismini almış. Benim amcam ise aslında bir basın şehididir. Mezarı İskeçe’dedir. 1920’lili yıllarda bir gazete çıkarmış, Türkçe’nin mücadelesini vermiş Trakya’da. En büyük arzum bir kez olsun Kızıldeli Sultan’ın ve Amcamın mezarlarını ziyaret etmektir. Eskiden bu bize yasaktı. Ben aslında Dimetoka (Yunanistan) doğumluyum (Babalar Köyü). Kanuna göre Yunanistan’dan Türkiye’ye göç edenler, orada doğmuş olanlar, Yunanistan’a gidemiyordu. Sanırım bu yeni kalktı. Ama bizde de artık güç kalmadı.” Diyerek sözlerini sürdürüyor. Sonrasında Ali Koca Derviş Kemal’in şiirlerinin türkülerini okuyor. Büyük bir sevda bu. Yürekte sevgi olmasa, kim böyle türkü yakar şiirlere. Derviş Kemal’i çok mu çok mutlu olmuş görüyorum. Türkülere kendisi de eşlik ediyor. Masa daha bir şenleniyor, muhabbet tatlılaşıyor. Son kitabını fazla beğenmese de konuklara imzalayan Derviş Kemal’le fotoğraf çektirmek tarihe bir not düşmek demek… Bizim Derviş Hüseyin Durak ve Nesimi Doğan dururlar mı? Onlarca kez flaşlar patlıyor. Yol, gelenek, töre, adet, edep erkan sürülüyor. Uzunköprü’ye çok uzun yıllar önce gelip yerleşen bu Kızıldeli muhipleri, geçmiş günlerin hatıralarıyla dolu bir şekilde uzaklara giden, uzaklarda kalmış bir adadan ayrılan bir gemidekilere kalkan eller gibi bizleri uğurluyor. Ben ise derin bir hüzne kapılıyorum. Ne oluyoruz, neler oluyor? Bu sefer Trakya gezisinden yüreğimde bazı açıtıcı çiziklerle ayrılıyorum; Hayatın kavgasında yıllarını tarlalarda, el kapılarında geçirmiş, kırk elli yıl önce erenler meydanında nasip almış Hasan Yıldız Halifebaba ve Anasultan’ın, gençleri yola getiremiyoruz, demeleri… 78 yaşında hiçbir güvencesi olmayan tarlada çalışmak zorunda kalan bir yaşlı adamcağız… Artık cemleri yürütmediğini, meydan açmadığını söyleyen Medeni Yağcı Baba… Buralarda koyun yok, kurban için insanlar başka yerlerden getirirler diyen Nasuhbey Köylü türbedar… Bunlar beni üzüyor, düşündürüyor… Akşamsa teyzemin kız torunu Selanik göçmenlerinden bir delikanlıyla evleniyorlar, ayağımın tozuyla düğüne yetişiyorum. Şiran-Selanik iyi bir buluşma. Barış ve Pınar’ın hayat boyu mutlu olmalarını, bu evliliğin herkese örnek bir evlilik olmasını diliyorum. Düştüm 1 Benlik duvarını aşıp Alem-i devrana düştüm Vücut şehrini dolaşıp Bir kutsal meydana düştüm Ulu meydana katıldım Kara kazana atıldım Hem alındım hem satıldım Bir pir-i mügana düştüm Şeytan peri cinden uzak Düşmanlıktan kinden uzak Mezheplerden dinden uzak Meclis-i irfana düştüm Can gözümü sildirdiler Beni bana bildirdiler Can tendeyken öldürdüler Badehu rahmana düştüm Eller dostça bağlanınca Aşkla coşup çağlanınca Gerçek birlik sağlanınca Meclis-i erkana düştüm Kudretiyle kutsal cemin Işık dolmuş arş u zemin Herkes birbirinden emin Sanırsın rıdvana düştüm Derviş Kemal vade doldu Herkes mevlasını buldu Kullar dörde taksim oldu Ben Şah-ı Merdan’a düştüm. Derman Olur Derdim çoksa gamım neden Ali’m bana derman olur Hiç şaşmadan Hakk’a giden Yolum bana derman olur Dilim Kerbela’yı anar Gözüm dolar içim yanar Saki dermanımı sunar Dolum bana derman olur İnsan olmaz yüksek uçan Derman bulmaz dertten kaçan Dostlar meclisinde açan Gülüm bana derman olur Derdin andırsa da dağı Erise de yürek yağı Ben neylerim yeşil bağı Çölüm bana derman olur Karakışa dönse yazım Eksilmeyip artsa sızım Derdime ortaktır sazım Telim bana derman olur El sürerken zevk ü sefa Çektik nice cevr ü cefa Biz çilede bulduk vefa Zulüm bana derman olur Derviş Kemal takat yetmez Dertler bizi koyup gitmez Ömür biter çile bitmez Ölüm bana derman olur Bilesin Felek Bana insafsızca tuzak kursan da Kul olan incinmez bilesin felek Mızrap olup hergün bin kez vursan da Tel olan incinmez bilesin felek Bana türlü korku salsan ne çıkar Her yönünle ateş olsan ne çıkar Beni taştan taşa çalsan ne çıkar Sel olan incinmez bilesin felek Ele şerbet bana zehir sunsan da Zamanı gelmeden tabut yonsan da Karga olup dallarıma konsan da Gül olan incinmez bilesin felek Bir cellat misali başımı kessen Kanımı akıtıp derimi yüzsen Ayağın altında çiğneyip ezsen Yol olan incinmez bilesin felek Derviş Kemal der ki ferman doğdursan Darağ’cına çeksen iple boğdursan Üstüme sürekli bela yağdırsan Çöl olan incinmez bilesin felek Kitap: Şah Gülleri, Derviş Kemal, Karamavi, İstanbul, 2010
Kendisini daha yakından tanımak isteriz hayatı hakkında, yaşamı hakkında neler söyleyecek? Baba Edmond, Arnavutluk’un Lora kentinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini orada bitirdi, ilköğrenimini orta ve yüksek öğrenimini askeriye bölümünde yaptı. Enver Hoca zamanında ya madenci olacaksın ya da subay. 1982’de yüksek subay olarak atandı, Makedon sınırlarında 10 sene görevliydi. Daha sonra 1990’da Balkanlarda demokrasi meydana çıktığında kendileri Bektaşilik neslinden olduğu için, dedebabalığa geçiyor ve orada 2 Ocak 1992’de muhip oluyor. Daha sonra hizmetten geçerek 16 Mayıs 1996’da derviş oluyor, bir yıl sonra 1997’de baba oluyor. Tahir Baba’nın Hakk’a yürümesiyle Kalkandelen Tekkesinin postnişini oldu.
Bütün nasip almaları Reşad Bardi Dede’den mi oldu?
Evet. Orada çok özel işler yaptı, Reşad Bardi Dede’nin sağ kolu sayılır. Hacı Bektaş’a oradan Balkanlara gelmek istiyorum. Hacı Bektaş barış güvercini, Bektaşiliğin de piri ve Balım Sultan ikinci pir, Pir-i Sani olarak kabul ediliyor ve onun sistemleştirdiği Bektaşilik bugün bu topraklarda da çok güzel yaşıyor. Arnavutlar, Türkler ve diğer uluslardan insanlar Bektaşi olabiliyor. Bektaşilikte ulus farkı yok her ulustan insan Bektaşi olabiliyor. Ne diyecek kendisi, birisi Bektaşiliği sorsa kendisine nasıl anlatır, Bektaşilik nedir, ne zaman doğmuştur, nasıl yayılmıştır? Bektaşilik dünya çapında tasavvuf ve İslam yolunu süren bir mistik yoldur. Bildiğiniz gibi 800 yıl boyunca ilk pir-i sani asırların insanı olan Hacı Bektaşi Veli, onda Peygamberin ve İmam Ali’nin nuru vardır, o ilk tekkeyi bugünkü Sulucakarahöyük’de kurdu ve sistemleştirdi. Sonra Balkanlara ve dünyaya yaydı. 18. asra (Bektaşilik) kadar çok gelişti, çok kuvvet buldu. Balkanlarda ve bugünkü Arnavutluk’ta 103 tekkeden ibaret olan Bektaşi yoludur. Bugün dünyada 32 hükümette Bektaşi kardeşlerimiz vardır, Arnavutluk, Türkiye, Bulgaristan, Kosova, Yunanistan, Bosna Hersek, İran, Irak, Suriye, Mısır, Tacikistan ve Amerika kıtasına kadar uzanmıştır. 32 ülkede itibar olan kapsamlı bir koldur. Zalim II. Mahmut’tan evvel 3 milyon 780 bin Bektaşi varmış dünyada. II. Mahmut döneminden evvel Türkiye’de 700’den fazla tekke varmış. İlk
Bektaşiliğe vurulan darbede Sultan Mahmut 1000 kadar Bektaşi’yi kılıçtan geçirdi. Bektaşiler ikinci darbe Arnavut’luktan, Enver Hoca’dan geldi. Çok canlar kıyımdan geçti. Yalnız Arnavutluk’a değil, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya’dan büyük babaları hapse atarak Bektaşiliği zayıflattı. Türkiye’de de Bektaşiliğe iyi bakılmadı. Enver Hoca zamanında yani kominizim zamanında 1945’ten 1990’a kadar çok zayıfladı. Bu darbe Balkanlarda ve dünyanın doğusuna kadar tesir etti. Bundan sonra İslam hükümet olarak Bektaşiliğe karşı savaştılar.
Bu dönemler sancılı ve bu dönemleri atlattı Bektaşilik. II. Mahmut’tan sonra ve Türkiye’de Cumhuriyetten sonra en büyük Bektaşi önderleri kimlerdi, dede baba olarak onlardan biraz bahseder misin? O zaman Bektaşilik iki bölüme ayrıldı; mücerretler (evlenmeyen) ve çelebi erkanını sürenler. 1924’ten bugüne kadar Türkiye’de çelebi erkanı sürülüyor, Bektaşilik evlere uygun olduğundan evladiye oldu. Arnavutluk’ta mücerretlik erkanı var. Bu iki bölümü dediğimiz gibi çelebiler ve mücerretlik grubunu Türkiye’de dedebaba Bedri Noyan yönetiyordu. Mücerretleri yani onların erkanını Balım Sultan erkanını, yani mücerret erkanını, bugün Reşat Bardi Dede yönetiyor. 1980 yılında, Hakk’a yürümeden evvel, son dedebaba Ahmet Muhtar Dedebaba Reşat Bardi’yi dedebaba atadı. Ahmet Muhtar Dede Salih Niyazi Dede’den geliyordu. Ali Rıza Dede, Cafer Sadık Dede, Kamber Ali Dede, Abbas Hilmi Dede, Ahmet Muhtar Dede ve Halife Ruan Reşat Sinan Baba bunların soyu da Salih Niyazi Bedebaba. Salih Niyazi Dedebaba 1924’de son postnişindi Hacı Bektaş’ta, kendisi Arnavutluk’tan. Fakat orada (yolu) süremedi. Atatürk biraz bekle dedi, uzun süre bekledi, olmadı. Dedi ki, sen Arnavut vatandaşısın Ahmet Zop Bektaşiliği seven bir candır oraya gitme yolunu süreceksin, öyle de oldu. Bugüne kadar Arnavutluk’ta olan Bektaşi babaları ve canlar beraber sekiz tane konferans yaptılar, maalesef Türkiye’den hiç katılmadılar. Bedri Noyan Dedebaba’nın ölümünden sonra Türkiye’dekiler de parçalandılar. Fakat Arnavutluk’ta mücerret erkanı halen sürüyor. Müteyil (evli olabilen) erkanı da var. Mücerret olmadığından dolayı müteyiller de onlardan çekinirler ailelerinden bazı şeylerden geçip yola hizmet ederler. Yeterli derecede mücerret olmadığından dolayı onları da Arnavutluk’ta, Makedonya, Kosova ve Amerika’da müteyil babaları da hizmete kabul ederler. Biz Bektaşiler kendimizi egoist saymıyoruz, biz istiyoruz ki bir Bektaşilik olsun, beraber olalım, müteyille mücerret bir olalım. Fakat Hacı Bektaşi Veli’nin sürdüğü yolu sürelim. Dervişlik mertebe yapmıyor can mertebe yapıyor. Her nerede bulunurlarsa dedenin hürmeti ile onun adına barış noktalarını bulsunlar. Vakıfları bekleyelim, tekkeler, vakıflar, gözlerimizin nuru Dede Reşat ve Baba Mondi’nin malı değil, bütün Bektaşilerin malıdır. Nerede olurlarsa olsunlar ona sahip çıkalım. Hacı Bektaş Veli’nin sözleri tarihe geçsin. Bizim yolumuzda hatır kırılsın yol kırılmasın.
Anadolu ve Bulgaristan’da Aleviler var. Türkiye’de Bektaşiler var, Çelebiler var ve diğer gruplar var. Mücerret erkanı 500 yıl dergahlarda uygulanmış gelmiş bir sistem, ama sistem değişmiş, Türkiye’de Bektaşilikte mücerretlik hemen hemen hiç yok şimdi. Bunları biraz açalım. Bütün Bektaşi babaları Bektaşiliği bilir ve tanır, Bektaşiliğin bir kanunu vardır. Hacı Bektaş birdir iki yoktur. Balım Sultan birdir iki yok. Müteyil hak, mücerret pak. Onlar kim ki bu yolu tanır hakikati de bilir. Bektaşiliğin bir piri var ikincisi yok; o da Hacı Bektaş. Hacı Reşat Bardi de onun yolunu süren nurdur. O sebepten biz mecburen birleşelim. Buluşup kendi düşüncelerimizi masaya atalım ondan sonra çözülür. Eğer biz birleşmezsek Hacı Bektaş yardım etmeyecek. Onlar ki yolu tanır ve usullerine göre gitmezlerse günahları iki kattır. Çünkü onları bilerek yapıyorlar. Bektaşilikte her şey vardır kültür vardır, bilgi vardır, onun için toleranslıdır. İnsanlar ne zaman masaya oturup müzakere yaparlarsa devam eder. Hacı Bektaş’ın Hakk’a yürümesiyle dergah iki defa kapatılmıştır. Bir defa Balım Sultan açtı ikincisinde Sersem Ali Dede. Bütün ermişler, babalar bir buluşta olsunlar ve kimde yetki varsa posta geçsin. Muhip, derviş, derviş mücerret, baba mücerret, halife mücerret bunlar mücerretler için. Müteyiller için derviş, muhip ve baba var. Halife demek evliya demektir.
Türkiye’de (Babagan) Bektaşiler, Bedri Noyan’dan sonra ikiye ayrıldı. İki tane dedebaba var. Bir de burada hakim olan mücerret erkanını sürdüren Reşat Bardi Dedebaba var. Bunlar ayrı birbirinden, bu kopukluk neden oluyor, tek bir dedebaba neden olamıyor, kaynaşmanın olmamasının nedeni nedir?Bektaşilikte her insan kendi bacağından asılır. 1990 yılından sonra Arnavut’taki Bektaşiler, mücerret Balım Sultan erkanını süren babalar, üç konferans yaptılar ve orada bütün dünya Bektaşilerini davet ettiler, fakat onların kimi geldi, kimi gelmedi. Türkiye’de enstitüsü olan Sayın Alemdar Yalçın bey ile temasta bulunduk onun çok yardımları oldu. Alemdar Yalçın vasıtası ile Hacı Bektaş’ta bulunan enstitü ile münasebetteyiz. Bizler de buna karşın Arnavutluk’ta turist olarak Bektaşi gönderdik ki iki halk arasında kaynaşma olsun. Bu birleşme dünya Bektaşiliği hakkında çok iyi ama tam birleşme olamıyor. Buna rağmen iyi bir başarı vardır. Arnavutluk’ta olan Bektaşiler Birliği Türkiye’deki arşivle Bektaşiliği aydınlatmalı ve yaymalı. Bazıları sandılar ki, bizim Alemdar Yalçın hocayla görüşmelerimizde onu kendi tarafımıza çekmişiz, o da Türkiye’deki babaları dışlamış, ya da Türkiye’deki babalar onu dışlamış. Bu yanlıştır. O herkesi sever, biz de onu severiz. Biz onu davet ediyoruz, o da geliyor. Bektaşilikte her şey istekle oluyor. Biz Hacı Bektaş merkezden ilişkilere devam ediyoruz. Bütün davet ve sempozyumlara biz katıldık. 2005 yılında Isparta’da konferansa (Süleyman Demirel Üniversitesi’nin düzenlediği uluslar arası Bektaşilik Alevilik Konferansı) katıldık. Davet olursa yine katılırız. (Baba Mondi’yi daha sonra CEM Vakfı iki toplantısına davet etti. Her ikisine de kendileri katıldı. Aynı zamanda Reşat Bardi Dedababa toplantılara davet edilmişler ama rahatsızlıkları nedeniyle toplantıya katılamamışlardır.)
Burada bir ayrım var ama bu ayrımı giderme konusunda Türkiye’deki dedebabalarla ciddi bir temas oldu mu? Bir araya gelmek için Türkiye’deki dedebabalarla görüşüldü mü? (Abdülmüttalip Bekiri):Tahir Baba ve biz Isparta’ya gelmek için yöneldik. Bunlar Hacı Bektaş’a gittiler Baba Edmon ve Tahir Baba ile oradan Ankara’da Teoman Baba ile görüştüler ve Teoman Baba bunların fikirlerini benimsemiş ve kabul etmiş dünyada bir merkez gerekir. Isparta dönüşünde İstanbul’da Mustafa Eke Baba ile görüşmüşler orada bir muhabbette Arnavut’tan göçebe halktan oradaki babalarla bağlılar Mustafa Eke Baba’ya. Buradaki konuşmalarda da dünyada bir merkez gerekir. Onlar demişler ki biz Mustafa Eke’nin Hakk’a yürümesiyle o vakit Türkiye’deki ve Arnavutluk’taki babalarla bir merkez kalsın. Biz hayattayken barış elimizi bütün babalara vereceğiz ki birlik ve birleşme olsun. Biz insanları zorla davet etmeyeceğiz.