Hacı Bektaş-ı Veli Yaşamı
Selam ve Salat Nebilere, Muhammed Mustafa’ya, Ehlibeyt’ine ve velilerine olsun…
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Soyu
Hacı Bektaş’ı Veli’nin soyu; Mekke’de ev kuran Adem ile başlar. Nuh-u Nebi ile Mezopotamya üzerinden Anadolu Munzur vadisine ulaşır, Oradan Urfa’ya gelir İbrahim nebi olup doğar. Hz. İbrahim Urfa’dan, Mekke’ye gelerek Adem’in evinin temelleri üzerine Kabe’yi kurar ve Allah’ın nurunu ve yolunu uyandırır. Bu nur İbrahim’in soyundan gelen Hz. Muhammedin babası Abdullah ile Hz. Ali’nin babası Ebu Talip’te ikiye ayrılır. Muhammed Mustafa’da nübüvvet(resul), Ali Bin Ebu Talip’te velayet nuru zuhur eder. Sonra bu nur Ehlibeyt ile devam eder.
Şüphesiz biz sana Kevseri verdik, O Halde, Rabbin için dua et, kurban kes. Doğrusu sana buğzeden, soyu kesik olanın ta kendisidir. Kevser – 1-3
Kevser, Nuru olan Hz. Muhammed ve bu nurun nehri olan Hz. Fatma ve Ali’nin soyuna işarettir.
Tüm insanlar kan bağı olarak Adem ve Havva’nın çocuklarıdır. Kimisi kan ve ten soyunu takip eder. Kimisi de nur yolunu takip eder. Nebi ve Veliler nur yolunu takip etmiş hem de nuru gönüllerinde uyandırmış kişilerdir. Hz. Muhammed maddi alemden sonsuzluk alemine göçünce Mekke ve Medine’de Müslümanlara bıraktığı iki emanetten biri olan Ehlibeyt ve müminler Ebu Sufyanın evladı ve torunu olan Muvaviye ve Yezit’in iktidarı ele geçirmesi ile zulme uğramıştır. Bu zulmü kabul etmeyen Hz. Hüseyin, Irak’ın kerbela çölünde 72 yareni ile canını kurban vermiş ve Hz. Muhammed’in dinini ayakta tutmuştur. Kalan Ehlibeyt evlatları İran üzerinden, Horasan ve Türk kavimlerini içerisine yerleşmiştir. Hacı Bektaş-ı veli gibi Seyyitler, Türkistan pirleri ve Horasan Erenleri ismini alarak bir kısmı tekrar Anadolu’ya gelmişlerdir.
Hz. Hüseyin’den devam eden soya Seyyit, Hz. Hasanın soyundan devam eden soya ise Şerif ismi verilmiştir. Bu soya üstünlük ifadesi değil, yakınlık ifadesidir. Bu yakınlık Nebi ve Veliler ile Allah’a yakınlıktır. Bu yakınlığın kriteri Kuran ile verilen Ahlak ve sevgi, Ehlibeyt ile verilen nur yakınlığıdır.
Hacı Bektaş- ı Veli “Benim evladım evladır, Yolumu süren ise ondan evladır.” sözü ile yolu sürenin belden gelen insanlardan Hakk’a daha yakın olduğunu bildirmiştir. Seyyitler yani dedeler arasından kim yolu sürerse atasının cerağını o uyandırmış ve İnsanlara kurtuluş yolunu göstermiş ve göstermeye devam etmektedir. Hacı Bektaş dergahında yol evlatları ise Babagan kolunu oluşturmuş ve yola hizmet etmiştir. Bu hizmetler hala devam etmektedir.
Hacı Bektaş-ı Veli, Hz. Muhammed’in kızı Hz. Fatma ve sırdaşı amcasının oğlu Hz. Ali’nin soyundan ve nurundandır. Bu soy silsilesi şöyledir.
- Muhammed, Hz. Fatma, İmam Ali, İmam Hüseyin, İmam Zeynel Abidîn. İmam Ca’fer Sadık, İmam Mûsa Kâzım, Es-Seyyid İbrahim El-Mükerrem El-Mücab, Es-Seyyid Hasan El-Mücab, Es-Seyyid Muhammed, Es-Seyyid Mehdî, Es-Seyyid İbrahim, Es-Seyyid Hasan, Es-Seyyid İbrahim, Es-Seyyid Muhammed, Es-Seyyid İshak, Es-Seyyid Mûsa-i Sani, Es-Seyyid İbrahim Sânî, Es-Seyyid Muahmmed Hacı Bektaş Veli
…“Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım.” dedi. (İbrahim) “Ya soyumdan olanlar?” deyince (Allah:) “Zalimler benim ahdime erişemez.” dedi. Bakara, 2/124
Babası İbrahim Sani’nin dünyaya gelişi
Musa Sani babasından sonra tahta geçip uzun yıllar adalet ile hizmet eder. Zeynep hatun ile evliliğinden ise uzun süre bir çocuğu olmaz. Zeynep hatun bir gün üzgün bir halde sarayında otururken sarayının karşısında güzel pınarı seyre dalar. Pınara pek güzel bir genç gelip, atını bir ağaca başlar. Zeynep hatunun gönlü açılır ve olsa olsa bu er kişidir deyip hizmetçisini kim olduğunu öğrenmeye yollar. Onun Ali Rıza olduğunu ve Medine’den geldiğini ve Hz. Muhammed soyundan olduğunu öğrenir. Kocası eve gelince durumu anlatır. Musa Sani amcasının oğlu Ali Rıza’yı sarayına davet eder ve ona sofralar serer. İmam Rıza ise o gün oruçlu olduğunu söyler. Musa Sani’nin ısrarına dayanamayarak birkaç lokma alır. Zeynep Hatun, şeker şerbet ezerek bir sürahide sofraya yollar. İmam Rıza şerbeti görünce Ah eder “ Ceddimiz Hüseyin Kerbela’da susuz şehit oldu, biz şeker şerbet içelim reva mı bu?” Ağzına aldığı şerbeti tekrar kaba boşalttır, içmez. Musa Sani bunu görünce kendi de içmez ve ağlamaya başlar. Velaetnamede söyle devam eder.
İmam, amcamın oğlu dedi, siz niye ağlıyorsunuz?
Musa-i Sani “ Ya imam dedi, ömrümden nice zaman geçti, bir oğul yüzü görmedim, ne oğlum oldu ne kızım; duanız kabul olur, İmamet döşeğinde oturuyorsunuz; ulu Tanrı bu kuluna bir oğlan ihsan etsin.”
İmam hemen el kaldırıp tanrıya dua etti, elini yüzüne sürdü. Tanrı duasını kabul etti. İmam, Musai-i Sani’den izin istedi ve atına binip gitti.
Musa-i Sani Şerbeti alıp Zeynep Hatunun yanına varır. Zeynep hatun şerbeti İmamın içmediğini görüp olayın aslını öğrenir. Zeynep hatun İmam’ın içmeyip kaba boşalttığı şerbeti alıp içer. O geçe eşi ile buluşur ve gebe kalır. Yüce Tanrı’nın lütfu, İmam Rıza’nın dua ve kerameti ile doğan çocuğa İbrahim-i Sani ismini verirler ve şükrür olarak lokmalar ve hediyeler dağılır.
Sani ne denektir? İslam ansiklopedisine göre sâni‘ “yapan, sanat ve maharet çerçevesinde işleyip meydana getiren” demektir. İsimde kullanılması mesela Musa-i Sani, Musa görünen, Musa olup gelen, Musa ismi ile vücut bulan veya yaratılışına uygun davranan manasına geldiği kanaatindeyim.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Yaşı
Horasan’ın Nişabur kentinde doğdu. Annesi Hatem Hatun, babası Seyyit İbrahim Sani’dir. Hacı Bektaş Veli’nin çeşitli kaynaklarda doğum ve ölüm tarihleri değişik gösterilmektedir. Bazı kaynaklarda doğumu 1248, Anadolu’ya gelişi1270-1280, ölümü ise 1337 yılıdır. Bazı kaynaklarda ise doğumu 1209, ölümü 1270 olarak belirtilir. Doğum yeri Horasan’ın Nişabur kentidir.
Hacı Bektaşı-ı Veli’nin yaşı konusunda Makallat eserinde “Yetmiş yıldır yaptığımız dedi kodu bir saat münacat ile eşit geldi” sözü ile onun eğitimini tamlayıp Hak yolunda hizmet ettiği süreyi gösterir. Bunun kırk yılını Ahmet Yesivi’den emanetleri aldıktan sonra Kutb-ul aktap olarak Hacıbektaş ilçesinde tamamlamıştır. Erenlerin yaşamındaki sayılar bazen onların manevi dünyalarına da işaret etmektedir. Manevi sayılardan biri de kırk yıl sayısıdır.
Erenler ölmez don değiştirirler. Beden yaşı yerine Ruh yaşı önemlidir. Bu sebeple doğum ve ölüm yaşı kavramı kitaplarda yer almamıştır. Hacı Bektaş-ı Veli; Nebi ve Veliler gibi ölmemiştir, don (Beden Elbisesi) değiştirmiştir.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin doğumu
İbrahim Sani büyür ve Hatem Hatun ile evlenir. Babasından sonra Horasan mülküne padişah olur ve adalet ile hizmet eder. İbrahim Sani yirmi dört yıl Hatem hatunla evli olmasına rağmen çocuğu olmaz. Ulu Beylerin tavsiyesi ile ne kadar alim, hafız, yoksul, derviş var ise davet edilir ve onlara sofralar serilir ve hediyeler dağıtılır. Hafızlar Kuran okur, derviş ve yoksullar dua ederler. Hatem Hatun o gece gebe kalır. Doğuma yakın Hatem Hatun uyurken rüyasında bir oğlan çocuk doğurduğunu görür. Uyanınca gerçekten yanında bir oğlan çocuğunu ağrısız, acısız ve kansız olarak doğurduğunu görür. Hatem hatun memesini Bektaş’ın ağzına verse de çocuk bir türlü emmez. Bektaş altı ay geçince şehadet parmağını kaldırır “Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden âbduhu ve resuluhu ve Eşhedu Enne Aliyyen Veliyullah” diyerek ilk sözünü söyler. Bu ilk söz, ruhlar aleminde verilen ikrar sözüdür ve çocuk yaşta Hz. İsa ve Hz. Ali daha önce söylemiştir.
Asıl adı ve Manevi adı
Asıl adı Seyyid Muhammed bin İbrahim Ata, manevi ismi ise Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’dir. Zamanının manevi lideri olarak Kutb’ul Aktab yani kutuplar kutbu veya Pirlerin piri olarak bilinir ve bu maneviyatı “Serçeşme” olarak adlandırılır.
Türkmenistan, Hindistan’dan başlayıp Horasan’dan devam edip Anadolu, Balkanlar ve Mısır’a kadar geniş bir coğrafya da Hacı Bektaş-ı Veli ve dervişleri ile ilgili bir çok hikaye anlatılmaktadır.
Bektaş Nedir? Bektaş unvanını alması
Bektaş;“Be” yi taşıyan kişi demektir. Bektaş; “Ba” Muhammed Mustafa nübüvvet nurunu, altındaki nokta da velayet sırrını temsil eder.
Mucizevi doğumu, güzel ve nurani cemale sahip olması, altı aylık iken Muhammed Ali’ye şehadet getirmesi nedeni ile Muhammed isminden sonra Beştaş manevi isim olarak verilir.
Konuştuğu dil
Babası Türkmenlerin yoğunlukta yaşadığı bölgede hükümdarlık yaptığı ve soyunun bir tarafının Türkmen oluşu nedeniyle dili Türkçe’dir. Arapça ve farsça da bildiği halde Türkçeyi öne çıkarmasının nedeni Arap ve Fars geleneklerinin dinin önüne geçmesi ve nebilerin getirdiği dinin gelenekler ile kuşatılmasından kaynaklanır.
Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş-ı Veli gibi erenler, Türk kültürünün içine Allah, Muhammed ve Ali’nin tamamlayıp devam ettirdikleri İslam’ın özünü yerleştirdiler. İslam’ı tekrar insanların faydalanabileceği hale getirdiler. İslam, erenlerin sayesinde tekrar kurtuluş yolu olarak en güçlü şeklini Türkmen’ler içinde yaşandı.
Horasan ve Anadolu çok kültürlü, çok kavimli, çok inançlı bir bölgelerdir. Hacı Bektaş-ı bu kültürlerin tamamı ile birlikte iç içe yaşamıştır. Türkce’yi öne çıkarmakla birlikte her kişinin kültürüne, diline ve inancına saygı göstermiştir.
Hacı Bektaş-ı Veli kitapları
Said Emre tarafından Arapça nüshasından çevrilen Makalat, İstanbul Üniversitesi Türkce Yazmalar bölümünde 55 numara ile kayıtlı Kitabu’l-Fevaid, Var olduğu söylenen fakat açığa çıkmayan Hacı Bektaş’ın Şathiyyesi ve Cafer bin Hasan tarafından yazılan Besmele Şerhi, Hacıbektaş ilçe halk kütüphanesi 29 nolu mecmuada Hacı Bektaş-ı Veli tavsiye ve nasihatleri bölümü, Fatiha suresi tesfiri isimli eserleri ile birlikte Hacı Bektaş tekkesinden alınan, Ankara Kütüphanesinde bulunan Hacı Bektaş Veli’nin hayatı ve kerametlerini anlatan “Velâyetname” en bilinen eserdir. Bu eserlerın Hacıbektaş Veli’den sonra yazıldığı ağırlık kazanan görüştür. Bununla birlikte günümüzde Mısır ve İngiltere kütüphanelerinde de Hacı Bektaş-ı Veli ve Bektaşilikle ilgili eserlerin olduğu ve üzerinde araştırma yapıldığıdır. Tabi gönülden gönle yaşamdan yaşama gerçek erenler tarafından yaşatılan yol birinci kaynaktır.
Bektaş’a Hünkar denmesi:
Hocası Lokman Perende eğitim esnasında, Bektaş’tan abdest almak için bahçede akan çeşmeden bir ibrik su getirmesini ister. Bektaş, “Hocam, bir nazar etseniz, mektebin içinden su çıksa da dışardan su getirmeye muhtaç olmasa.”der. Lokman Perende ise “Buna gücüm yetmez” der. Bektaş, el kaldırıp dua eder, Lokman amin der. Bektaş elini yüzüne vurup secdeye kapandığında, mektebin ortasından bir güzelim pınar akmaya başlar. Bektaş’ın bu kerametini gören hocası Lokman Perende, sevinçle “Ya Hünkar!” der. Bu suretle Hünkar ismi Bektaş Hünkar olur.
Bektaş’a Hacı denmesi:
Hocası Lokman Perende hacca gider. Kâbe’yi tavaftan sonra, Arafat’a çıkar. Orada, yanındakilere “Bugün arife günü, şimdi bizim evimizde ‘bişi’ pişirir.” der. Bu söz Bektaş’a malum olur. Lokman Perende’nin evinde de gerçekten bişi pişirmekteydiler. Bektaş, Lokman Perende’nin karısına, bir tepsiye birkaç bişi koyup bana verin dedi. Bektaş, tepsiye konan bişi’yi, göz yumup açıncaya kadar, Lokman Perende’ye götürüp sunar. Şeyh Lokman Perende arkadaşları ile bişiyi yiyip tepsiyi gizler. Hac dönemi bitip Hicaz’dan dönülünce, Horasan’a yakın gelince bütün Nişabur halkı Lokman Perende’yi karşılamaya çıkar. “Haccın kutlu olsun.” diyerek mübarek elini öperler. Lokman Perende, gelen halka Bektaş’ın kerametini birbir anlattıktan sonra, “Hacı olan Bektaş’tır.” Gidip Bektaş’ın elini öpün der. Bunun üzerine adı Hünkar Hacı Bektaş olur.
Horasan Erenlerine nişan göstermesi:
Horasan Erenleri Lokman Perende’yi Haçtan dönmesi nedeni ile ziyarete gelirler. Mektebin içinde akan pınarı görünce bu pınar daha evvel yoktu diye sual sorarlar. Lokman-ı Parende, Hacı Bektaş Hünkar’ın kerameti olduğunu söyler. Hacı Bektaş Hünkar’ın kim olduğunu sorarlar. Lokman-ı Perende çocuğu gösterir. Horasan Erenleri bu daha çocuktur, ne münasebetle nasıl hacı oldu. Lokman Perende olanları bir bir anlatır. Horasan Erenleri, bu kerameti nasıl buldun diye Bektaş’a soru sorarlar. Hünkar; Kevser sakisi, alemlerin sahibi Tanrı’nın aslanı, vilayet padişahı, müminlerin emiri Hz. Ali’nin sırrıyım. Bizim aslımız, neslimiz odur, bu çeşit kerametler, bize mirastır. Bizden bunun gibi kerametlerin zuhuruna şaşılmaz, çünkü Tanrı nasibidir bu.
Horasan erenleri şahın sırrı isen onun nişanları vardır, gösterin de görelim der. Bunun üzerine Hacı Bektaş Hünkar avucunun içinde ve alnında Hz. Ali gibi yeşil ve mübarek beni horasan erenlerine gösterir. Horasan erenleri keramet ve nişan böyle olup diye Hünkar’a teslim olurlar.
Hacı Bektaş’ın padişahlığı seçmesi
Hacı Bektaş’ın babası İbrahim Sani dünyasını değişince padişahlığı Hacı Bektaş’a teklif ettiler. Hacı Bektaş dünya mülküne padişah olmayı kabul etmedi. Padişahlığı Hacı Bektaş’ın amcazadelerinden olan Seyyit Hasan’a verdiler. Hacı Bektaş batın aleminin sultanı olarak Hakkın yoluna uygun yaşadı ve hizmet etti.
Bektaşi kime denir?
Hacı Bektaş-ı veli’ye ikrar verip talip olanlara Bektaşi denmiştir. Bir dervişin Bektaşi olabilmesi ancak Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’ye ikrar verip nasip olması ile mümkündür. Bu tarife uyan kişi ise manevi olarak çok azdır. Bu manevi dereceye sahip olmadan bir kişinin kendisini Bektaşi olarak tanımlaması yol açısından geçersizdir
Ahmet Yesevi’nin kerametleri çoktur.
Ahmet Yesevi Muhammed Hanefi soyundandır ve Seyyiddir. Sekizinci İmam Musa-i Rıza’dan icazet almıştır. Türkistan ülkesine gidip Yesu şehrine yerleşti. Doksandokuz bin halifesi vardı.Bilgin bir zataatı ve kiimse karşısına çıkıp onunla bahse giremezdi. Batın bilgisi de ileriydi. Dergahına ne gelirse mutfağında pişirir ve gelen giden yer içerdi. Kendisi de kaşık ve keşkül yapardı. Bir öküzü vardı, onun sırtına heybeyi koyup pazara yollardı. Bunların değerini herkes bilirdi. Kendisine lazım olanı alan, parasını heybeye koyardı. Bir şey alıp parasını vermeyen olursa öküz bu adamın peşini bırakmazdı. Bunu görenler adamın parasını vermediğini anlarlar ve adamdan parayı alıp heybeye koyarlardı.
Ahmet Yesevi’nin sayısız kerameti vardı ve bu kerametleri bilinir ve halk tarafından dilden dile söylenirdi.
Mürşidi Ahmet Yesevi’den emanetleri alması
Kutuplarının kutbu, doksan dokuz bin Türkistan pîrlerinin sultanı, Seyyit Hoca Ahmed Yesevi dünyasını değişeceği zaman halifelerini acaba pirimizden sonra yerine kim geçecek diye kendi aralarında konuşurlar. Bu durum Ahmet Yesevi’ye malum olur.
Darılar yığın haline getirerek. “O manevî emanetleri almanız için bu darı yığınının üzerinde iki rekat namazı darıların bir tanesi yerinden oynamadan yerine getimeniz gerek der. Orada hazır bulunan doksan dokuz bin er, ben yapabilirim deyip öne çıkamadı.
Ahmet Yesevi “Emanetin sahibi vardır, birazdan gelir.” dedi.
Hacı Bektaş Veli, bu olaydan dolayı Horasan’dan Türkistan’a Hoca Ahmed Yesevi’nin yanına geldi. Hoca Ahmed Yesevi “Ey Bektaş el-Horasanî” deyince, Hünkâr ayağa kalktı, seccâdeyi eline aldı, o darı yığınının önüne geldi. “Bismillâh ve billâh” deyip seccâdeyi serdi ve üzerine çıkıp iki rekât namaz kıldı. Sonra gelip yerine oturdu. Darı yığınından bir tane bile yerinden oynamadı. Elifi tâc, hırka, çerâğ, sofra, alem, seccâde hepsi kendiliğinden Hacı Bektaş’a geçti.
Kendisine: “Ey Bektaş işte nasibini aldın, müjdeler olsun, kutbü’l-aktablık senindir, kırk yıl hükmün vardır. Seni Rum’a (Anadolu’ya) gönderiyoruz. Suruca Karahöyük’ü de sana yurt verdim. Rum (Anadolu) abdallarına seni başkan yaptık.
Rum diyarına gelirken İzlediği yol
Hacı Bektaş-ı Veli Horasan bölgesinden başka gittiği yerlerden biri de Türmenistan’dır. Türkmenistan’da Hacı Bektaş-ı Veli’nin kaldığı yer, “Bektaş bölgesi “olarak hala günümüzde bilinmektedir. Ortaasya bölgesinde Seyyit Muhammed Hacı Bektaş-ı veli olarak bilinir, Anadolu ve Balkanlar’da ise manevi ünvanı olan Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli ismi önceliklidir. Kürtistan bölgesi de uğradığı ve bir süre kaldığı yerler içindedir. Bu bölgede Hünkara tabi olanlara Hünkariler denir. Sırası ile Necef, Mekke ve Medine, Kudüs, Halep şehrine gelir. Halep’te ulu caminin avlusunda bulunan mermer direğin üzerine bir taş koyar ve ahir zaman olunca gelir indiririz der. Sonra Davut nebinin kabrine uğrar. Elbistan Ashab-ı Keyf mağarası gibi kaynaklarda uğradığı yol güzergahına, Mardin, Sivas, Kayseri, Maraş, Yozgat bölgelerini de dahil etmek gerekiyor. Bu yol hattı üzerinde Hacı Bektaş-ı Veli’nin izleri hala günümüzde anlatılmakta ve hala inançlarını kısmen de yaşayanlar bulunmaktadır.
Rum diyarı Roma ülkesini anlatan bir ifadedir ve Kayseri’nin batı bölgesini içine alır, Kayseri’nin doğu bölgesi ise Horasan bölgesi göçerlerinin ilk yerleştiği yer olması nedeni ile bu bölgeye de Horasan yöresinin isimleri yer yer verilmiştir.
Horasan, Kürdistan, Mezopotamya, Rum diyarı tarihte çok kültürlü, çok kavimli, çok dilli, çok inançlıdır. Bölgeye hakim olan yönetimlere göre bu kültür, inanç ve dillerden biri öne çıkmaktadır. Yönetimler değiştikçe öne çıkan kültürde değişmektedir. Eski medeniyetlerin ve inançların izlerini taşıyan bu bölge coğrafi avantajı ile Dünya medeniyetini tarihin her devrinde etkilemiştir.
Hacı Bektaş’ın Sulucakarahöyük’ü seçmesi
Bu seçim öncelikle Ahmet Yesevi’nin ocakta yanan bir asayı alıp rum diyarına fırlatması ile başlamıştır. Bu asa Konya’da Emir cem Sultan’ın halifesi, Hak Ahmet Sultan tarafından Hacıbektaş tekesinin önüne dikilen dut ağacıdır. Hünkar, derebeylerin yönetiminde haksızlığın, ümitsizliğin ve acıların zirvede olduğu bir ocakta yanan “Asa” gibi Rum diyarına, Anadolu kültürüne ışık olmuştur. On üçüncü yüzyılda yanan bu meşale Avrupa medeniyetini de olumlu etkilemiştir.
Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu’ya geldiği zaman görev ve sorumluluğunun bilincindeydi. Hacı Bektaş- ı veli öncelikle dağınık olan dervişleri bir araya getirmek ile işe koyuldu. Anadolu’ya geldiği yaman sorunların çözümünde güçlü bir inanç ve kültür hareketi ile gönülleri fethetme yolunu seçti. Dervişleri bir araya getirmesi siyasi bir olgu ile değil, İslam yolunun temel değeri olan ahlak ve sevgiye dayanan manevi yönü ile yaptı.
Sulucakarahöyük bir tarafı ile Ahilerin en güçlü olduğu Kırşehir ve Kayseri bölgesinin yanında diğer yanı ile İsevilerin yoğun yaşandığı Kapadokya gölgesine yakındı. Kiliseler ise derebeylerin yönetimi altında haksızlıklar ile kuşatılmıştı.
Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli ve Ahi Evran bir araya geldi ve daha sonraki yıllarda Bektaşilik ve Ahilik iki sürek bir yola düştü. Kapadokya bölgesindeki İsevi toplulukları ile gönül köprüsü kurarak Hz.Musa, Hz.İsa ve Hz.Muhammed’in yolunun bir olduğu hakikati üzerinden daha güçlü gönül bağı kurdu. Bu inanç buluşması ile hümanizm tüm inanç gurupları arasında yaygınlaştı.
Dervişlerine tahta kılıç kuşatması, makam, iktidar ve dünya malı mücadelesi yerine gönülleri bilgi, sevgi, merhamet ve paylaşmanın öncüsü oldu.
Hacıbektaşın Sulucakarahöyük’e gelmesi.
Hacı Bektaş Veli o zamanlar Rum diyarı olarak bilinen Anadolu’ya güvercin donunda geldiğinde Rum erenlerine, selam verir. “ elli yedi bin Rum Erenin başı Taptuk Emre, gözcüsü ile Karaca Ahmet idi. Hünkârın selam verdiği, Fatma Bacı’ya (Kadıncık ana) malum olur, ayağa kalkarak selamı alır. Rum erenleri -‘Kimin selamını aldın?’ diye sorarlar. ‘üzerimizden bir er geçti, Onun selamını aldık der Kadıncık Ana. Rum erenleri bu sırra vakıf olamazlar ve Hacı Bektaş Veli’nin Rum diyarına girmesine engel olmaya çalıştılar. Hacı Bektaş güvercin donunda Rum erenlerinin engellerini aşarak Sulucakarahöyük (Hacıbektaş) tepesinde bir kayanın üzerinde konar.
Gözgü karaca Ahmet on sekiz bin alemi tekleyip çiftleyerek tefekküre dalar. Tüm yaratılmışı kendi çiftiyle görür. Sulucakarahöyük’te tek bir güvercin görünce içine bir ürperti düşer. –“olsa odur” der. Hacı Tuğrul’a Hacı Bektaş-ı Veli’yi al gel derler. Hacı Tuğrul doğan kılığına girerek Sulucakarahöyük’te bir kayanın üstüne konan, güvercini kapmak için hücum eder. Hacı Bektaş-ı Veli silkinerek insan donunda Hacı Tuğrul’un gırtlağını gözleri kıpkızıl olana ve tam nefesi kesileceği zaman kadar sıkar ve bırakır. Hacı Tuğrul – “Er ere böyle yaparmı?” der. Hacı Bektaş-ı Veli – “Er erin üstüne böyle gelirmi.?. Biz en masum donda geldik. Güvercinden daha masul bir varlık bulsaydık onun donunda gelirdik” der.
Suluca Karahöyük’e yerleşmesi
Hacı Bektaş belirip çıka geldi. Başında kızıl taç, eninde Arabistan Kerrakersi vardı. Çamaşır yıkayan kadınlara, bacılar dedi, karnımız aç, Tanrı rızası için yiyecek bir şeyiniz varsa verseniz. Kadınlar, derviş dediler, burada yemek ne gezer ki sana verelim dediler. Kadıncık, hemen kalkıp koştu, evine vardı. Bir parça ekmek içine yağ koydu, getirip Hünkar’a verdi. Hacı Bektaş, artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin dedi.
Hacıbektaş oradan yürüyüp mesçite geldi. Otuz dokuz gün köylülerin kendisi ile ilgilenmemesine kızarak gelen lokmaları kabul etmedi. Otuz dokuzuncu gün Kadıncık ana ve eşi İdris Hoca lokma yaparak çilehaneye geçen Hacı Bektaş-ı ziyaret ettiler.
Hacı Bektaş’ın elini öptüler, ayağına yüzler sürdüler. Lütfet erenler Şahı dediler, mübarek ayağın, kullarınızın evine bassın; erenlerin işi, murat vermektir, kerem etmektir. Hünkar, bizim dedi, yükümüz ağırdır, zahmet çekersiniz; Sevicilerimiz, aşıklarımız, muhiplerimiz çoktur. Ziyarete gelirler, size zahmet olur. İdris’le Kadıncık, Tanrı izin verirse dediler, koyundan, sığırdan, maldan, rızıktan nemiz varsa hepsini aşkına harcederiz. Bir şeyimiz kalmazsa dervişlik zenbilini bize verirsiniz, Müslümanların, ihsanlarını toplarız, getirir muhiplere, sevicilere harcarız. Hacı Bektaş bu sözleri duyunca kalktı paşmaklarını giydi. İdris önde, ardında Hacı Bektaş, en arkada da Kadıncık, yürüyüp doğruca eve geldiler
Hacı Beştaş’ın Rum erenlerini çağırması
Hacı Tuğrul’a gördüklerini git erenlere anlat ve onları buraya çağır der. Hacı Tuğrul bu durumu Rum Erenlerine anlatır. Rum erenlerinin hiç biri Hacı Bektaş-ı Veli huzuruna gelmez. Hacı Bektaş tüm erenlerin önce postlarını sonra kerametlerini alır. Bunun üzerine Rum Erenleri mecbur kalıp Hacı Beştaş’ın huzuruna çıkarlar, postlarının sırayla dizili olduğunu gördüler. Erenlerden birisi içimizden bir baş seçelim derler. Belirlenen sınavı sadece Hacı Bektaş geçince onu kendilerine baş olarak seçerler.
Hünkar burada zamanın kutbu olarak tüm erenleri ve evliyaları bir şemsiye altında toplar. On üçüncü yüzyılda kargaşa, zorbalıklara son vererek inanç ve insan kardeşliğine dayanan aydınlanma yolunu kurar. Bu yol Anadolu’da yaşayan tüm inanç gurupları üzerinde derin izler bırakır. Beylikler ve Osmanlı hanedanlığı bu aydınlanmaya dayanarak devletlerini kurarlar. Hacı Bektaş Veli’ye bağlı olan en önemli beyliklerden biri Karamanoğlu beyliğidir. Karamanoğlu Mehmet Bey’, Türkmenlerin başında Konya’yı ele geçirdikten sonra yayınladığı fermanda, “Bundan sonra; devlet dairelerinde, evlerde, sokaklarda Türkçe’den başka bir dil kullanılmayacaktır. Demesi erenlerin kültürünün Türkçe üzerinden yayılasının önünü açmıştır.
Taptuk Emre’nin en son gelmesi
Rum erenleri sırayla Hacı Bektaş-ı Veli’yi ziyaret ederler. Taptuk Emre ise en son istemeye istemeye gelir ve –Hak divanında bir perdenin arkasından nasip veren yeşil el sahibi dışında kimseye tabi olmam der.
Hacı Bektâs elini açıp yeşil beni gösterince, Emre secdeye kapanarak
Üç kere kere: “Taptuk Hünkârım” der. Bundan sonra adı Tapduk Emre kalır. Emre, basındaki
tacı çıkarıp Hünkâr’a teslim eder, Hünkâr tacını tekbirleyip giydirdi. O da izin alıp
makamına döner.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Halifeleri
Hacı Bektaş zamanın erenlerinin başı olması sebebi ile tüm eren ve evliyaları şemsiyesinin altında toplamıştır. Üçyüz altmış halifesi vardır. Bazıları şunlardır
Karaca Ahmet, Sarı İsmail, Saru Saltuk, Taptuk Emre, Baba İlyas, Mevlâna, Ahi Evren ve Yunus Emre, , Seyyit Cemal, Seyyit Mahmud-i Hayrani, Kolu açık Hacım Sultan, Resül Baba, Pir Emi Sultan, Akca Koca, Barak Baba, Hızır Samut, Seyyit Salih, Sait Emre, Güvenç Abdal
Hacı Bektaş-ın manevi ve maddi yardımcısı Kadıncık Ana
Hacı Bektaş-ı Veli mazlumluğun ve barışın sembolü güvercin donunda Hacıbektaş’a geldiği zaman en birinci ve en fedakar desteği Kadıncık Ana’dan gördü. Bacıyan-ı Rum diye adlandırılan kadınlar, erenlerin yanında bulunmaktaydı. Kadıncık Ana ise mücadelenin en ön safındaydı.
Ana dolu, Anadolu analar ile dolu
Kadıncık, bazı kadınlarla çeşme başında çamaşır yıkarken, Hacı Bektaş belirip çıka gelir. Çamaşır yıkayan kadınlara, bacılar karnımız aç, Tanrı rızası için yiyecek bir şeyiniz varsa verseniz. Çamaşır yıkayan kadınlar içinde sadece Kadıncık, hemen kalkıp evine koşa ve bir parça ekmek arasına kazanlarında az kalan yağın tamamını koyarak getirip Hacı Bektaş’a verir.
Hacı Bektaş, “artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin” diye dua eder. Hacıbektaş lokmasını alarak oradan kalkıp doğruca mescide varır,
Kadıncık, yağı ekmeğin arasına koyup Hacı Bektaş’a verince kaynanası zaten az yağımız vardı, neden dervişe verdin diye Kadıncık Ana’ya kızar. Kadıncık eve gidince bir de ne görsün kazan yağ ile taşmadan dolmuş.
Kadıncık ana kaynanasına “Ana dolu” diye sevinç ve şaşkınlıkla seslenir. Bu olaydan sonra Rum diyarı olarak bilinen bu bölge Anadolu alarak kalır.
Kadıncık’ın Hacı Bektaş’a hizmet etmesi
Hacı Bektaş köylülerin kendisi ile ilgilenmemesine kızar ve çile haneye gelerek orada konaklar ve Kadıncık Ana’nın kendisine yolladığı lokmalara el sürmez. Otuzdokzuncu gün İdris ve Kadıncık çilehaneye gelirler.
Hacı Bektaş’ın elini öptüler erenlerin işi, murat vermektir diyerek ve onu evine davet ederler.
Hünkar, bizim der, yükümüz ağırdır, zahmet çekersiniz; Sevicilerimiz, aşıklarımız, muhiplerimiz çoktur. Ziyarete gelirler, size zahmet olur.
İdris’le Kadıncık, Tanrı izin verirse koyundan, sığırdan, maldan, rızıktan nemiz varsa hepsini aşkına harcarız. Hacı Bektaş bu sözleri üzerine İdris önde, ardında Hacı Bektaş, en arkada da Kadıncık, yürüyüp doğruca eve gelirler.
Kadıncık Ana elbiselerini satması
Bir gün yine misafir gelir. Kadıncık verdiği söz üzerine tüm varlığını satarak Hacıbektaş’ın yolunda harcar ve parası tükenir. Gelen misafirlere harcayacak parası kalmaz. Para kalmayınca üstündeki elbiseleri çarşıda sattırarak misafirlere sofra serer. Yemekler yendikten sonra adet kadıncık gelip hal hatır sorarmış. Üstünde elbisesi olmadığından bu adeti yerine getiremez. Bu Hacı Bektaş’a malum olur ve mutfağa gelir. Kadıncık Ana ise odanın içindeki tandırın içine girerek sır olur.
İşte her Peygamberin yanında, bir kadın vardır. Hacı Bektaş-ı yanında Kadıncık vardır. Güvenç Abdal’ın yanında Dünya güzeli ana vardır.
Hacı Bektaş Veli’ninnn Ahi Evran ile buluşması
Günlerin birinde candan muhipler Ahi Evran’ın başına toplanmış sohbet ederlerdi. Cem-i Sohbet sırasında, Hacı Bektaş Veli’nin keramet ve mucizelerinden bahsedildi. Ahi Evran kulak verip dinledi ve coşa geldi. Kalbi deryalar gibi coştu. İspatı ile anlatılan bu alemlere aşık oldu. Hünkâr’ın didarına varıp, onunla görüşmek istedi, Kırşehir’den kalkarak, Sulucakarahöyük’e doğru yola çıktı. Bu hal, Hünkâr’a malum oldu, O da Kırşehir’e doğru yola düştü. Kırşehir’in yakınında bir tepe vardı, oradan Kırşehir görünürdü. O tepenin üstünde buluştular. Oturup sohbet ettiler. Sonra vedalaştılar, Hünkâr, Sulucakarahöyük’e döndü, Ahi Evran da Kırşehir’e gitti.
Hacı Bektaş, bir kere daha, Ahi Evran’ı görmek için Kırşehir’e hareket etti. Ahi Evran’a malum oldu, o da karşı çıktı, tepenin üstünde birbirleriyle buluştular. Sohbet sırasında AhiEvran, “Erenler Şahı dedi, ne olurdu, burda bir pınar olsaydı da abdest almaya, içmeye yarasaydı.” Hünkâr, mübarek eliyle bir yeri eşti, arı duru güzelim bir su çıktı. Akmaya başladı.
Ahi Evran, gene “Erenler Şahı, bir gölgelik ağaç da olsa, sıcak günlerde gölgelenirdik.” dedi. Hünkâr, “Ne ola Ahi’m” dedi. Ahi Evran’ın kavak ağacından kesilmiş bir sopası vardı, onu aldı, bir yeri kazıp dikti. Sonra bir anda yeşerdi, yapraklandı. Bu olaydan sonra Hacı Bektaş Veli ve Ahi Evran her zaman orada buluşup sohbet ederlerdi.
Hacı Bektaş Veli’nin dünyasını değişmesi:
Hacı Bektaş-ı Veli bir gün Saru İsmail’i çağırarak bugün Perşembe bugün ahirete göçeceğim dedi. Ben göçünce kapıyı kapat, dışarı çık. Çiledağı tarafından yüzünde yeşil nikap olan bir boz atlı gelecek. Gelince onu içeri al. Beni o yıkar ve hülle donundan kefene sarar. Beni yıkarken su dök, yardım et ona. Karaca Ahmet’te kapıda gözcülük yapsın. Ceviz ağacından tabut yapar ve beni tabuta koyar. Ondan sonra gömün beni. Sakın onunla konuşmayın ve hizmette kusur etmeyin der. Saru İsmail bunu duyunca ağlamaya başlar. Hünkar, biz ölmeyiz suret değiştiririz diyerek onu teselli eder. Sonra Peygambere salavat getirerek ve kendisine Yasin okuyarak Tanrı’ya canını verir. Sonra halifeleri birer birer gelirler.
Birde baktılar Çiledağı tarafından bir toz koptu. Hünkarın dediği gibi elinde mızrak, yüzünde yeşil nikap örtüsü, altında ise boz at vardı. Erenlere selam verdi, selamını aldılar. Karaca Ahmet kapıda durdu, içeri yalnız Saru İsmail girdi. Saru İsmail su döktü Yüzü nikaplı er yıkadı, yanında getirdiği hülla donlarını kefen etti. Sonra musalla taşına koydular, yüzü nikaplı er imamlık etti. Duadan sonra götürüp mezara koydular. Boz atlı erenlerle vedalaşıp atına yürüdü.
Saru İsmail’in içine bir ateş düştü. Bu er kim olsa acep. Hızır olsa görmüşlüğüm var dedi. Koştu arkasından yetişti ve Yıkadığın er hakkı için kimsin sen diye ısrar etti. Boz Atlı er dayanamayarak yüzündeki nikabı kaldırdı. Birde ne görsün karşısında Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli kendisi. Hünkar’ın atının ayağına düştü. Erenler şahı otuz yıldır hizmetindeyim, seni bilememişim suçumu bağışla. Hünkar er odur ki, ölmeden önce ölür ve kendi cenazesini kendi yıkar. Sende var buna gayret et. Bu sözleri söyledi ve birden kayboldu.
Rum diyarına gelirken İzlediği yol
Hacı Bektaş-ı Veli Horasan bölgesinden başka gittiği yerlerden biri de Türmenistan’dır. Türkmenistan’da Hacı Bektaş-ı Veli’nin kaldığı yer Bektaş bölgesi olarak hala günümüzde bilinmektedir. Türkmenistan bölgesine Ahmet Yesevi dergahına uğramadan önce mi, sonra mı gittiği araştırmaya muhtaçtır. Ortaasya bölgesinde Seyyit Muhammed Hacı Bektaş-ı veli olarak bilinir, Anadolu ve Balkanlar’da ise manevi ünvanı olan Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli ismi önceliklidir. Necef, Mekke ve Medine, Kudüs, Şam Halep, Elbistan Ashab-ı Keyf mağarası gibi kaynaklarda uğradığı yol güzergahına, Kuzey Irak, Mardin, Sivas, Kayseri bölgelerini de dahil etmek gerekiyor. Bu yol hattı üzerinde Hacı Bektaş-ı Veli’nin izleri hala günümüzde anlatılmakta ve hala inançlarını kısmen de yaşayanlar bulunmaktadır.
Rum diyarı Roma ülkesini anlatan bir ifadedir ve Kayseri’nin batı bölgesini içine alır, Kayseri’nin doğu bölgesi ise Horasan bölgesi içinde yer alır.
Bu bölgeler tarihte çok kültürlü, çok kavimli, çok dilli, çok inançlıdır. Bölgeye hakim olan yönetimlere göre bu kültür, inanç ve dillerden biri öne çıkmaktadır. Yönetimler değiştikçe öne çıkan kültürde değişmektedir. Eski medeniyetlerin ve inançların izlerini taşıyan bu bölge coğrafi avantajı ile Dünya medeniyetini tarihin her devrinde etkilemiştir.
Hacı Bektaş’ın Sulucakarahöyük’ü seçmesi
Bu seçim öncelikle Ahmet Yesevi’nin ocakta yanan bir asayı alıp diyarına fırlatması ile başlamıştır. Bu asa Sulucakarahöyük’e savrulması ve burada dut ağacı olarak yeşermiştir. Hünkar, derebeylerin yönetiminde haksızlığın, ümitsizliğin ve acıların zirvede olduğu bir ocakta yanan “Asa” gibi Rum diyarına, Anadolu kültürüne ışık olmuştur. On üçüncü yüzyılda yanan bu meşale Avrupa medeniyetini de olumlu etkilemiştir.
Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu’ya geldiği zaman görev ve sorumluluğunun bilincindeydi. Hacı Bektaş- ı veli öncelikle dağınık olan dervişleri bir araya getirmek ile işe koyuldu. Anadolu’ya geldiği yaman sorunların çözümünde güçlü bir inanç ve kültür hareketi ile gönülleri fethetme yolunu seçti. Erenlerin başı manevi ünvanı ile dervişleri bir araya getirirdi. Tabi dervişleri bir araya getirmesi siyasi bir olgu ile değil, İslam yolunun temel değeri olan ahlak ve sevgiye dayanan manevi yönü ile yaptı.
Sulucakarahöyük bir tarafı ile Ahilerin en güçlü olduğu Kırşehir ve Kayseri bölgesinin yanında diğer yanı ile İsevilerin yoğun yaşandığı Kapadokya gölgesine yakındı. Kiliseler ise derebeylerin yönetimi altında haksızlıklar ile kuşatılmıştı.
Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli ve Ahi Evran bir araya geldi ve daha sonraki yıllarda Bektaşilik ve Ahilik iki sürek bir yola düştü. Kapadokya bölgesindeki İsevi toplulukları ile gönül köprüsü kurarak Musa, İsa ve Muhammed’in yolunun bir olduğu hakikati üzerinden daha güçlü gönül bağı kurdu. Bu inanç buluşması ile hümanizm tüm inanç gurupları arasında yaygınlaştı.
Dervişlerine tahta kılıç kuşatması, makam, iktidar ve dünya malı mücadelesi yerine gönülleri bilgi, sevgi, merhamet ve paylaşmanın nişanı oldu. Yine Musa yoluna bağlı olanların içinde de hümanzimin etkisi artarak devam etti.
Aşk ile geldi aşk ile sır oldu. Nuru ve yolu sevenlerine yol göstermeye devam etmektedir. Aşk ile gelip Hünkar’a bağlananlar mahrum kalmaz.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin din anlayışı
Hacı Bektaş-ı Veli inancını tarif edip kalıplara koymak yerine ana kavramları esas almak daha doğru olacaktır. Yüce Tanrı daha Adem yok ile ruhlar aleminden önce rıza yolu olan İslam’ı kurmuş ve sonra ruhları yaratarak ruhlardan ikrar ve rızalık almıştır. Daha sonra bu yol Adem ile başlamış, Muhammed Mustafa ile tamam olmuş, Ehlibeyt ile Evliyalar ile devam etmiştir. Bu inanç kültürü gönüllere dokunarak insan yaşamının her alanına ahlak, sevgi, hizmet ve olgunlaşma olarak yansımıştır. Hacı Bektaş-ı Veli inancını Ehlibeyt, Şia, Alevi, Caferi, Ehli Sünnet, Bektaşi, Kızılbaş, Batini, Melami, Ahi gibi birçok tanımlama yapılmıştır.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin yolunu; Musa Kelamullah, İsa Ruhullah, Muhammed Resullah, Ehlibeyt ve erenlerin ahlak, sevgi, hizmet ve gönül yoluyla Kamil-i Mürşide yolculuk yaparak kendisini bilip Hak’ka ulaşması olarak kabul etmekteyiz.
Tarikat mı değil mi?
Tarikat yol demektir, Allah, resul ve velilerin yolu olarak ifade edilir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin yolu tarikattır. Tarikat ile cemaat ise farklı şeylerdir. Burada en belirgin fark tarikatlar gönül yollu olarak manevi hedefe sahiptir. Cemaatler ise maddi olarak dünyevi hedeflere sahiptir. Günümüzde tarikatlar; gerçek tarikatlar, bozulmuş tarikatlar ve uydurulmuş tarikatlar olarak ayırmak mümkündür.
Hacı Bektaş-ı Veli zamanın kutbu olarak tarikat ulularının saygıyla takip ettiği ve değer verdiği ermiş bir sultandır. Tabi bu kabul bir anda olmamıştır. Nebi ve velilik iddiasında bulunanların bu iddiasını ispat edecek nişanlara sahip olması gerekir. Nebi ve velilerin yedi nişanı olduğu ve bu nişanları sadece manevi dereceleri olan kişilerin bildiğidir.
Hacı Bektaş-ı veli, İslam’ın güzel örneklerini tekrar yaşama geçirmesi sebebi ile kendisini bağlı olup takip edenlere Bektaşi denmiştir. Bir dervişin Bektaşi olabilmesi ancak Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’ye ikrar verip nasip olması ile mümkündür. Bu tarife uyan kişi ise manevi olarak çok azdır. Bu manevi dereceye sahip olmadan bir kişinin kendisini Bektaşi olarak tanımlaması yol açısından geçersizdir.
Yapın: 02.02.2019
Günceleme : 01.02.2020
Günceleme : 14.05.2023
Nihat Vural