İmam Hüseyin Kızı Sakine
İmam Hüseyin’i şehit ettikten sonra Şimir, emir verdi: ”Çadırları ateşleyin, yakın onları.” Çadırları ateşe verdiler, çadırlar alev alev yanıyordu.
O vakit İbni Ziyad’ın askerleri arasında bulunan iyi yürekli bir asker, bu olayı şöyle anlatıyor: “Gördüm ki uzun boylu bir hanım, attı kendisini yanan çadırın içersine, fakat perişan bir halde eli boş olarak geri döndü. İkinci defa yine attı kendisini yanan çadırın içine, yine perişan bir halde boş döndü, üçüncü defa yine attı kendisini yanan çadırın içersine.
İyi yürekli asker, şöyle devam ediyor: “Ben o zaman kendi kendime, herhalde bu hanımın çok kıymetli bir şeyi var ki, canını hiçe sayarak, defalarca yanan çadırın içersine girip, eli boş çıkıyor” diye düşündüm. Daha sonra gördüm ki, hanımın kollarında gencecik bir civan var. Uzun boylu hatun, yani Zeynep-i Kübra, delikanlının kollarından tutmuş, ayakları yerde sürüye sürüye delikanlıyı dışarı çıkardı; yanan çadırın içersinden.
Daha sonra öğrendim ki, bu genç delikanlı, Hz. İmam Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin idi. Zeynel Abidin, hasta idi, dermansız kalmıştı, tüm yakınları ile birlikte canı kadar sevdiği babası İmam Hüseyin, en son olarak gözleri önünde şehit edilmiş, cansız bedeni kanlar içersinde yatıyordu. Zaten hasta ve zayıf olan bedeni, bu gördükleri karşısında tamamen kuvvetten düşmüş, yanan çadırın içersinden kendisini dışarı atamamıştı.
İşte uzun boylu hanımın kendi canını hiçe sayarak defalarca yanan çadırın içersinden çıkarmaya çalıştığı, Zeynel Abidin idi.”
Asker, devam ediyor: “Tam o sırada gördüm ki küçük bir kız çocuğu, eteğinin ucundan ateş almış ağlıya ağlaya meydanın ortasına doğru koşuyordu. Kızı bu vaziyette görünce, içim dayanmadı; derhal sürdüm atımı, kızdan tarafa ama bir an için kızı göremedim. Daha sonra baktım ki kız çocuğu, atımın ayakları arasında büzülmüş, esen rüzgârdan sallanan ağaçtaki yaprak gibi titriyordu. Atımdan inip, kızın yanan eteğini söndürdüm; baktım ki, susuzluktan dudakları çatlamıştı. Mataramdaki suyu kıza verdim, “al iç bu suyu” dedim. Baktım ki kız suyu içmeyip, eteğinin altına sakladı. Bu durumu görünce kıza, “ne için içmiyorsun” diye sordum. Kız, bana: “Şu anda günlerdir çadırlarda bir yudum su içmeden yatan hasta bir abim var, bu suyu ona götüreceğim” dedi.
Asker, şöyle devam ediyor: “Kızım, sen bu suyu iç, su yasağı kalktı artık” diyerek, kızın suyu içmesini istedim.
O küçük kız, benden bu haberi duyuca, “ey iyi yürekli asker! Atam Hüseyin’e su verip mi şehit ettiler, yoksa vermeden mi şehit ettiler?” diye sordu.
Ben: “Atan Hüseyin’e su vermediler, susuz şehit ettiler onu” dedim.
O vakit küçük kız, mataradaki suyu yere döküp, “ben bu suyu içemem” dedi ve yüzünü meydana doğru çevirip, bir müddet baktıktan sonra koşarak meydanın ortasına vardı ve kanlar içersinde yatan şehitlerin arasında babasını bulmaya çalıştı, ama bir türlü onu tanıyamadı.
O vakit: “Ya baba! Ya Hüseyin!” diyerek, yüksek sesle ağlayarak babasını çağırmağa başladı.”
Asker, devam ediyor: “O vakit gördüm ki İmam Hüseyin: “Kızım! Beni çukur bir yere bıraktılar, sesimin geldiği tarafa gel” diye kızına sesleniyordu. Sakine ağlayarak, attı kendisini sesin geldiği tarafa ve doladı kollarını, babasının başsız bedenine.
Daha sonra Sakine, bir an için ellerini babasının bedeninden çekip, şöyle seslendi: “Ey Babacığım! Eğer sağlığında yaptığın gibi beni tekrar bağrına basmazsan, belki sana kalbim kırılabilir.” Sakine’nin bu feryadını duyan İmam Hüseyin, doladı kollarını, kızı Sakine’nin boynuna ve bastı onu bağrına.
O vakit Sakine: “Ey babacığım! Beni bu yaşımda öksüz koydular, beni dövdüler ve bizleri çok incittiler” diyerek, babasına şikayette bulunuyordu.
Tam bu sırada kan içici Şimir, Raciz adındaki bir meluna emir verdi: “Git o yetimi babasından ayır”dedi. Raciz melunu, gidip ne kadar uğraştı ise de Sakine’yi babasından ayıramadı. Şimir, tekrar seslendi, Raciz’e: “Vay olsun sana, yazıklar olsun sana ki, küçücük bir çocuğu babasından ayıramadın.” Melun Raciz: “Ey zalim! Ben aciz kaldım, kızı babasından ayıramadım” dedi.
O vakit Şimir: “Gör bak şimdi ben onu nasıl ayıracağım babasından” diyerek, gelip Sakine’yi babasından ayırmak istedi, kaç defa denedi ise de Sakine’yi babasının bedeninden ayıramadı. Bu defa İmam Hüseyin’in elinin üstüne vurmağa başladı. Buna rağmen İmam, yine elini kızının üstünden çekmedi. Bu durumu gören zalim Şimir, bu defa elindeki kamçıyı kaldırıp, Sakine’nin başına vurmaya başladı.
Sakine tekrar: “Baba, bu zalim beni yaraladı, canımı yaktı” diyerek, tekrar ağlamağa başladı. O vakit, Sakine’nin o haline arşın sakinleri olan tüm melekler ve Peygamber ağladı; Ali ağladı, Zehra ağladı ve Fatıma ağladı.
Sakine: “Ey Şimir! Ne olur, beni babamdan ayırma; seni babama şikâyet etmekten vazgeçtim” dedi ise de. Şimir, Sakine’nin bu teklifini de kabul etmedi.
Sakine Tekrar: Bunu kabul etmiyorsan, bırak ta kardeşim Ali Asgar’ı ziyaret edeyim” dedi. Şimir, Sakine’nin bu teklifini kabul etti.
Sakine, Ali Askar’ın o kanlı kundağını, bastı sinesine ve kardeşine şunları söyledi:
Işıklı yıldızını attın
Bala topraklara yattın
Ne tez çıktın, ne tez battın
Eli laylay, gardaş laylay,
Devam edecek
Hakkı SAYGI (Baba)