İmam Hüseyin ve Kerbela
Sıra Hz. İmam Hüseyin’e gelmişti. Öğleden sonra da İmam Hüseyin, silahlarını kuşandı, sarığını yeniden sardı. Kadınlara bir-bir adlarıyla seslendi, vedalaştı onlarla; öğütler verdi onlara. Bu sırada Rebap Ana’nın susuzluktan sütü kesilmişti. Henüz altı aylık yavrusu Ali Askar, kucağında idi. Yavrucağı getirdi, İmam Hüseyin’in kucağına verdi. Açlıktan ve susuzluktan, ölüm halindeydi yavrucak.
Hz. İmam Hüseyin, kucağına aldı Ali Askar’ı, düşman saflarının karşısına vardı ve düşman askerine hitaben: “Ey Küfeliler! Beni buraya sizler çağırmadınız mı? Davet edenler sizler değil misiniz? Beni tanımıyor musunuz? Ben kimim, Hazret-i Fatıma’nın oğlu, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberinizin torunu değil miyim? Herhangi birinize benden bir zarar geldi de bunun intikamını mı alıyorsunuz? Farz edelim ki biz suçluyuz, bu masumun suçu ne? Bu yavruya bir yudum su veren yok mu? Hiç olmazsa bu yavruya acıyın ve bir yudum su verin” dedi.
Hz. İmam Hüseyin’in bu sözleri üzerine hiç kimse konuşmadı, çünkü yaptıklarından utanıyorlardı. Ancak Harmele adındaki bir zalim, “ben şimdi su veririm ona” diyerek yayını gerdi ve okunu fırlattı. Atılan ok, İmam Hüseyin’in yenini delip geçti ve Ali Askar’ın boğazına saplandı. Ali Askar, yaralı bir kuş gibi çırpındı ve derhal can verdi. İmam Hüseyin, Ali Askar’dan akan kanı, eliyle göğe savurdu ve “Şahit ol Allah’ım” dedi. Daha sonra Ali Askar’ı götürüp diğer Ehl-i Beyt şehitlerinin yanına koydu.
Ali Askar’ı da diğer şehitlerin arasına koyan İmam Hüseyin, bu acı içerisinde dönüp düşman saflarının içerisine daldı. Var gücüyle savaşıyordu, her vurduğunu düşürüyordu. İmam Hüseyin: “Ölüm, utanca düşmekten yeğdir, utanç, ateşe girmekten beterdir” diyordu. Oğlu, yakınları, sevdikleri gözlerinin önünde şehit olan, süt emer yavrusu kucağında oklanan, tüm ehlinin, ayalinin tutsaklığa düşeceğini bilen bir kişinin, böylesine ayak diremesi, böylesine gücünü kaybetmemesi ne görülmüştü, ne de işitilmişti.
Sa’d oğlu Ömer, “Bu Ali’nin oğludur, bu Arab’ın en çetin savaşçısının oğludur, onunla teker-teker savaşılamaz, dört yandan üzerine saldırın” diye bağırdı. Derhal dört koldan Hüseyin’in üzerine saldırıya geçtiler. Bu arada bir bölüğü de kadınların ve çocukların bulunduğu çadırlara saldırdılar.
İmam Hüseyin: “Ey Ebü Süfyan yanlıları!” diyelim ki dininiz yok, ahretten de korkmuyorsunuz, hiç olmazsa dünyada hür olun. Sandığınız gibi Arapsanız, bari namusa riayet edin; sizinle savaşan benim, kadınlardan ve masumlardan ne istiyorsunuz?” deyince, Şimir: “Doğru söylüyorsun” diyerek, çadırlara saldıranlara mani oldu.
İmam Hüseyin, çok susamıştı; düşmanın arasından sıyrılıp, atını Fırat’a sürdü; önce Atı Zülcenah’ın su içmesini bekledi, “Sen de susuzsun, ben de susuzum ama, sen içmedikçe ben de içmeyeceğim” dedi. Zülcenah, başını suya eğdi, fakat içmedi; döndü Hüseyin’e baktı, gözlerinden yaşlar akıyordu, o vefalı hayvanın.
İmam Hüseyin, eğilip bir avuç su aldı, tam içeceği sırada, “sen su içiyorsun, oysa ki, şu anda düşman çadırlara saldırıyor” diye bir bağırış duydu. Avucundaki suyu döküp çadırlara doğru atını sürdü, o vakit anladı ki bu, onun su içmemesi için bir uyarı imiş.
Çadırlara kadar varan İmam Hüseyin, ehliyle-ayaliyle bir kere daha vedalaştı: “Tutsaklığa hazır olun, bilin ki, Allah sizi koruyacaktır, sakın şikayet etmeyin, şanınızı alçaltacak sözler söylemeyin, sabredin” dedi.
O sırada hasta yatağından kalkan Zeynel Abidin, düşe kalka zırhını giyinmiş, silahlarını kuşanmış, İmam Hüseyin’den savaşa gitmek için izin istedi.
İmam Hüseyin: “Bu savaşta sana izin yok oğlum! Sen kalacaksın, çünkü Hz. Muhammed’in soyu senden yürüyecektir. İmamet, senin soyundan yürüyecek, benden sonra İmamet senin, senden sonra da oğlun Muhammed Bakır’ın olacaktır.
O sırada Zeynel Abidin, bazı tarihlere göre 21 yaşındadır. Muhammed Bakır ise 4 bazı tarihlere göre ise bir yaşında idi. Bu arada Sa’d oğlu Ömer: “Ne duruyorsun! Bakıyorum ki kadınların yanından ayrılamıyorsun” diye İmam Hüseyin’i savaş meydanına davet ediyordu.
İmam Hüseyin, tekrar düşman saflarının içerisine daldı, her vurduğunu yere seriyordu. Rivayet ederler ki, o anda gaipten bir ses: “Ey sevgilimin sevgilisi Hüseyin! Ben senden yiğitlik değil, Şahadet bekliyorum. Sen ise yiğitlik göstermeye kalktın” diye sesleniyordu. Bu hitabı duyan İmam Hüseyin, savaşmaktan vazgeçince, düşman askeri derhal etrafını sardı, mızrak ve kılıç darbeleriyle onu atından yere düşürdüler. İmam Hüseyin atından yere düştüğü zaman, bir melun gelip Hüseyin’in göğsüne bastı ve boğazını kesmek istedi. O anı, değerli bir ozanımız İmam Hüseyin’in ağzından şöyle dile getiriyor:
“Cezbe-i aşk-ı ilâhi böyle etti iktiza
Canımı, envalimi, evladımı kıldım feda.
Ta ki, olsun mesleğim aşka rehnüma
Derim derim bir yudum su ver.
Bir içim su vermediler ne Ekber’e ne Asker’e
Kanıma benzer Fırat akmış dökülmüş çöllere
Kalsın artık hep şikayetim sabah-ı mahşere
Derim derim bir yudum su ver.
Basma zalim sineme, arş-ı ilâhi andadır
Kalp derler adına Hakk cilvegahı andadır
Boş mu sandın, padişahlar padişahı andadır
Derim derim bir yudum su ver.
Düştü Hüseyin atından sahra-yı Kerbelâ’ya,
Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya.”
O anda kanlar içerisinde yatan İmam Hüseyin: “Hükmüne razıyız Allah’ım” diyerek Allah’tan şükrünü kesmiyordu. Kadınlar ise çadırlardan çıkmışlar, feryat ediyorlardı. Mana âleminde ise Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hatice, tüm bu olanlara bir anlam veremiyorlar, için için ağlıyorlardı.
Sa’doğlu Ömer, kendi eliyle Hüseyin’in boğazını kesmeyi denedi ama cesaret edemedi. Şimir, koşup geldi ve İmam Hüseyin’in mübarek başını gövdesinden ayırdı. Güneşin batmasına iki mızrak boyu kala, Hz. İmam Hüseyin, Şahadet şerbetini içti, Rabbine ve ceddine kavuştu. Ancak Yezid ve Yezid taraftarları hak ettikleri ezeli lâneti ebedileştirdiler..
Bu gibiler için Kuran şöyle diyor: “Herkes duysun ki, Allah’ın lâneti, zalimler üstünedir.”
Devam edecek
Hakkı SAYGI (Baba)