Müslim Akıyl ve Çocuklarının Şehadeti
MÜSLİM AKIYL
29-30 Eylül ile 1Ekim günleri, Müslim Akiyl ve iki oğlu için “Masum-u pak” oruçlarının tutulduğu günlerdir. İsteyenler 2 Ekimde başlayacak olan Muharrem orucundan önce üç gün olarak “Masum-u pak” orucunu da tutabilirler.
Muaviye’nin ölümünden sonra oğlu Yezit, halife olarak tahta oturdu. Tahta oturur oturmaz, ilk iş olarak Hz. Hüseyin’in peşine düştü. Kendisine biat etmesi için baskı yapmağa başladı.
Küfeliler, Hz. Hüseyin’in Yezide biat etmediğini öğrenince, “gel bizim imamımız ol” diyerek, 150 civarında mektup göndererek, kendisini Küfe’ye davet ettikler. Küfeliler; bu mektuplarda Hz. Hüseyin’e biat edeceklerini kendilerinin imamı olmasını istiyorlardı.
Hz. İmam Hüseyin, Küfelilerden aldığı davet mektuplarının aslını öğrenmesi ve kendisini davet edenlerin samimiyetini öğrenmek için, amcası Müslim Akıyl’i görevlendirdi. Müslim Akıyl, Hazret-i İmam Hüseyin’e veda edip, Küfe’ye gitmek üzere yola çıkmıştı. Biri sekiz yaşında, güzellikte âlemi aydınlatan güneşe benzeyen Mehmet, diğeri altı yaşında, taze yanakları, lâleyi andıran İbrahim adındaki iki evladını da yanına alarak önce Medine’ye oradan da ayrılıp, Küfe’ye vardı. Müslim, Küfe’de “Dar Muhtar” adında birinin evine yerleşti. Küfe’nin eşraf ve âyanı akın akın gelip, Müslim’i ziyaret ediyor ve İmam Hüseyin’e bağlılıklarını bildiriyorlardı. Kısa bir zaman içinde 18 bine yakın kişi, Hüseyin’e biat etmişti.
Ancak, bu gelişmelerden haberdar olan Yezid, beceriksizliğinden dolayı Numan bin Beşr’i Küfe valiliğinden azl etti ve yerine Basra valisi Ubeydullah bin Ziyad’ı tayin etti. Bu göreve getirilen İbn-i Ziyad, derhal Küfe’ye gelerek halkı Yezid’e biat etmeye çağırdı. Hüseyin’e biat edenler, Müslim Akil’in başında toplanıp İbn-i Ziyad’ı abluka altına aldılar. Fakat İbn-i Ziyad, bir hile ile tehlikeden kurtulmasını bildi..
Tüm bu olanları öğrenen Müslim, viran bir mescide sığındı ve gece basıncaya kadar buradan ayrılmadı. Gece basınca mescitten çıktı, gizlenecek başka bir yer ararken kendisini bir kadının evinin önünde buldu ve kadından içmek için su istedi.
Kadın, bir maşrapa su verdikten sonra: “Ey oğul! Burası bir kavgalı şehir olmuştur. Memleket fitne içinde kaynıyor. Evimin önünden uzaklaş ki, benim de başım belaya girmesin” dedi.
Bu sözler üzerine Müslim: “Ey iyi yürekli kadın! Sen Ehl-i Beyt’i sever misin?” diye sordu.
Kadın: “Ey oğul! Benim canım, Ehl-i Beyt yoluna feda olsun.”
Müslim: “Ey iyi yürekli kadın! Ey Ana! Ben de bir garip kişiyim, fakat Peygamber ve Ehl-i Beyt hanedanına mensubum. Beni evine alıp sığınmama müsaade etmekle sevaba girmek istemez misin?
Kadın: “Evet oğul alırım, sana kim derler?” diye sordu.
Müslim: “Ben Müslim Akıyl’im” dedi.
Kadın: “Sana kurban olayım oğul…” dedi.
Müslim, “Ey Ana! Beni bu cehennemden kurtar, bana yardım et. İki küçük evladımla geldim, nicedir onlar, nerededir onlar?” bilemiyorum.
Tav’a adında ve Ehl-i Beyt dostu olan bu kadın, Müslim’i evine alıp misafir eder. Müslim, yorgundur, acılar içerisinde kıvranır, günlerin yorgunluğu üzerindedir. Ancak Tav’a Ana’nın oğlu, geç vakit eve gelir, anasını çok mutlu ve neşeli görünce sebebini sorar.
Tav’a Ana; “Ey oğul! Bize ahret devleti teveccüh etti. Müslim Akıyl, evimizdedir. İnşallah, kıyamet günü, onun saadet sarayı, bizim sığınağımız olacaktır!..” diyerek mutlu oluşunun nedenini o bahtsız oğluna anlatıverdi.
O bahtsız nâmert, misafirin kim olduğunu öğrenince, sabahı zor eder ve hiç vakit kaybetmeden İbni Ziyad’a gider ve bir miktar dünyalık için, Müslim Akıyl’i ihbar eder.
Sabah’ın aydınlığı, Müslim’e karanlık olmuştur, ev sarılmıştır. İbni Ziyad’ın askerleri: “Ey Müslim! Ev sarıldı, kurtuluşun yok, teslim ol” diye bağırırlar.
Müslim, derin bir tevekküle dalmıştır, ölüm nedir ki, sevdiği yolda. “Medet Ya Allah! Medet Ya Resulallah! Medet Ya Ali!” diye bağırır ve kapıya çıkar.
Muhammed Eş’as komutasındaki üçyüz kişi, hep birden hücum ederler. Ancak o peygamberlik burcunun yıldızı, tek başına ateş saçan hançer gibi, ortada dönerek, düşmanı perişan ediyordu. Müslim, can havliyle savaşmaktadır, kılıç yaraları almıştır, bitaptır. Hz. İmam Hüseyin’e haber götürememiştir. Tam o sırada bir haramzade, gelip bir kargı darbesiyle Müslim’i, ağır bir şekilde yaraladı. “Medet hey Allah’ım medet!” diyerek, Müslim, kendinden geçmiştir.
Vurma zalim vurma, Müslim Akıyl’e
Ne merhametin vardır ne de insafın
Haram süt emmişsin bozuktur kanın
Vurma zalim vurma Müslim Akıyl’e
Bilir misin erkân nedir yol nedir?
Bilir misin Mevlâ nedir, kul nedir?
Bilir misin garip nedir kâl nedir?
Vurma zalim vurma Müslim Akıyl’e
İnsafsız elinden usandım bezdim
Görmedim sen gibi çok diyar gezdim
Suçu olsa idi hiç gam yemezdim
Vurma zalim vurma Müslim Akıyl’e
Müslim’in lime lime olan vücudunu bir katıra yükleyerek İbni Ziyad’ın huzuruna getirdiler. İbni Ziyad Müslim’e: “Ya Müslim! Gayen nedir, niçin halkı Yezid’e karşı gelmeye zorluyorsun?” diye sorar.
Müslim: “Ben hiç kimseyi, kimsenin aleyhine kışkırtmadım. Sadece Ehl-i Beyt’in hak ve hayatını korumak istedim” diye cevap verdi.
İbni Ziyad: “Herhangi bir isteğin var mı?” diye sordu.
Müslim: “Evet var, bir kişiyi görevlendir ki, beni dinlesin, Kureyş kabilesine birkaç vasiyetim var!” dedi. İbni Ziyad, bu teklifi kabul eder ve Ömer bin Sa’da, vasiyeti dinlemesi için emir verdi.
Müslim: “Ey Ömer! Sana üç vasiyetim var
1- Şehirde 700 dirhem borcum var, atım, Numan Hacib’dedir. Bu atı satıp borcumu ödeyin.
2- Ehl-i Beyt uğrunda feda edeceğim canımı, şu kanlı vücudumu, ayaklar altında koymayın, gömün.
3- İmam Hüseyin’e benim sonumu bildirin. Kendisine söyleyin ki, bu taraflara gelmesin. Bu gurbet diyarında kimsesiz kalan iki küçük yavruma sahip çıkın. Müslim, sözlerini zor bitirir, dolu dolu olur. Aldığı yaralar, ızdırab verir, can çekişmektedir. Kapıya çıkarırlar, tam başını kesecekken, celladın eli havada kalır.
Müslim: “Ne duruyorsun” der.
Cellat: “Hayır yapamayacağım, karşımda siyah elbiseli birisi var, bana bakıyor. Bir başka cellat gelir, o da aynı kişiyi görür ve korkudan ödü patlayıp ölür. Bir üçüncü kişi gelip Müslim’in başını keser ve şehit eder!.. Allah, gani gani rahmet etsin!..
Bilindiği gibi Ubeydullah bin Ziyad, Müslim Akıyl’in Şehadetinden sonra, hiç vakit kaybetmeden Müslim’in çocuklarının peşine düşmüştü. Çünkü gammazlar, İbni Ziyada gidip, Müslim’in çocuklarının da bu şehirde olduğunu söylemişlerdi. İbni Ziyad da tellallar çıkartarak Müslim’in evlatlarını, görenler, bilenler, yakalayıp getirsinler veya haber versinler. Kim ki, bildiği halde söylemezse; idam edileceklerini ilân ettirdi.
Müslim’in çocukları, Süreyh Kadı adında birinin evinde saklanıyorlardı. Ehl-i Beyt dostu olan Süreyh Kadı, ilk olarak bakılacak evin kendi evi olduğunu biliyordu ve bundan dolayı da çocukları evinde bırakamazdı. Süreyh Kadı: “Ey mazlumlar! Ubeydullah bin Ziyad, her yerde sizi arıyor, ilk bakacakları yer ise benim evimdir. Kalkacak ilk kervanla sizi Medine taraflarına göndereyim” diyerek çocukları ikna etti.
Esad adındaki oğluna: “Ey oğul! İşittim ki Irak kapılarında bir kervan toplanmış. Medine seferine çıkmak üzere imişler, bu iki inci tanesini alıp kervana götür ve emniyetli birisine teslim et. Medine’ye varınca da akrabalarından birisine teslim etsinler” diye tembih etti.
Esad, çocukları alıp yola çıktı. Fakat vakit gece ve ortalık henüz karanlıktı. Onlar varmadan, kervan yola çıkmış, yalnız kumlar üzerinde kervanın izleri görünüyordu. Esad çocuklara: “Ben sabaha kadar burada kalırsam benden şüphe ederler. İzleri görüyorsunuz çok taze, belli ki, yeni gitmişler, siz izleri takip ederek kervana yetişin!” dedi ve oradan ayrıldı.
Bir müddet sonra çocuklar, yolu ve izleri kaybettiler. Bu sırada çocukları gören bekçiler, derhal yakalayıp, İbni Ziyad’ın yanına götürdüler. İbni Ziyad, çocukları zindana attırıp, durumu Yezid’e bildirdi. Ancak, Meşkür adındaki zindancı, iyi bir Müslümandı. Çocuklara bir zarar gelmesinden korkarak: “Ey şehzadeler, size bir zarar gelmesini istemem!” diyerek, gece yarısı kendilerini zindandan çıkardı ve şehrin dışına kadar çıkarıp: “Şu yüzüğü alın ve şu yolu takip edin. Bu yol sizi doğruca Kadisiye şehrine götürür. Benim kardeşim oranın hakimidir. Bu yüzüğü nişan olarak ona verin. O sizi Medine’ye gönderir” dedi ve geri döndü.
Şehzadeler, yollarına devam ettiler ancak, takdire karşı tedbirli bulunmak ve takdiri değiştirmek mümkün değildir. Bir müddet sonra çocuklar, yine aynı yere geldiler.
Çocukları gören bir cariye, kim olduklarını sordu.
Şehzadeler: “Biz garip birer yetimiz” diye cevap verdiler.
Cariye: “Kimin oğularısınız?”
Çocuklar, ağlamaya başlayınca zeki kadın, onların kim olduklarını anlar: “Siz Müslim’in çocukları mısınız!” dedi.
Çocuklar: “Evet! Biz o mihnete uğramış kişileriz” dediler.
Cariye: “Evlatlarım! Hiç korkmayınız. Benim iyi huylu bir kızım var” diyerek, çocukları alıp, kızına götürdü.
Diğer taraftan, İbni Ziyad, çocukların salıverildiğini öğrenince, zindancıyı çağırıp: “Müslim’in oğullarını ne yaptın?” diye sorar.
Zindancı Meşkür: “Onları salıverdim” dedi
Ubeydullah: “Benden korkmadın mı?”
Meşkür: “Ey gaddar ve zalim adam! Allah korkusu, senden gelecek korkudan fazladır. Tutalım ki Müslim, döğüşmenin usullerini bilen bir muharipti. Onu, kendisinden korktuğun için öldürdün! Fakat, bu iki masum, sana ne yaptı?” deyince; Ubeydullah cellada: “Şu herife işkence ile yüz kamçı vurun ve ondan sonra öldürün” emrini verdi. Bu sırada çocukları evinde saklayan kadının kocası Haris, çocukları görmüş ve: “Siz kimsiniz?” diye sordu. Çocuklar, onu dost sanıp: “Biz Müslim’in oğularıyız” dediler. Gözü dönmüş olan Haris, çocukları, saçlarından birbirine bağlayarak odaya kilitledi. Sabah olunca da öldürecekti. Karısı, ne kadar yalvardı ise de söz dinletemedi, çocukları serbest bırakması için yalvardılar. Ancak Haris, daha da öfkelenerek kölesine: “Derhal bu çocukları öldür” diye emir verdi. Bunu kabul etmeyen köle, Haris’e saldırdı. Kavga sonunda, adamın oğlu da araya girdi. Sonunda hem kölesini, hem de oğlunu öldürdü, karısını da ağır yaraladı.
Nihayet sıra çocuklara gelmişti. Kurtuluş olmadığını gören şehzadeler: “Ne olur önce beni öldür, kardeşimin sonunu görmeyeyim” diye yalvardılar.
Ancak o haramzade, önce Muhammed’in başını bedeninden ayırıp, cesedini Fırat nehrine attı. Daha sonra da İbrahim’in başını gövdesinden ayırarak, temiz bedenini kardeşinin yanına fırlattı. Haris, bu vahşetin arkasından, çocukların başlarını alıp, Ubeydullah’ın huzuruna çıktı.
Hubeydullah: “Ey Haris! Bunlar nedir?” diye sordu.
O, Melun: “Bunlar, Müslim’in oğullarının başlarıdır!” dedi. İbni Ziyad, onların gül yanaklarına ve kokulu kaküllerine baktı ve: “Bu çocukları niçin öldürdün?” diye sordu.
Haris: “Senin ihsanına ve iltifatına nail olmak ümidiyle öldürdüm!” diye cevap verdi.
İbni Ziyad: “Ey melun! Ben Yezid’e yazdığım mektupta, bunların hapiste olduklarını bildirdim. Niçin alıp bana getirmedin?
Haris: “Halkın linç etmesinden korktum” dedi.
İbni Ziyad, Ehl-i Beyt dostu olduğunu bildiği Mekatil adındaki bir kişiyi yanına çağırdı: Ey Mekatil! Bu bedbaht, Müslim’in çocuklarını öldürdü, bunu çocukları öldürdüğü yere götürüp cezasını ver ve çocukların başlarını da mümkünse bedenleriyle birleştir” dedi. Mekatil olay yerine geldiğinde, iki ölü ve bir ağır yaralı kadını görünce, feryat etmeye başladı. Bu dehşet içerisinde elindeki başları suya bıraktı. Rivayet ederler ki, bu başlar, suya düşünce; her baş kendi cesediyle birleşti ve daha sonra da iki kardeş birbirine sarılarak suya battılar.
Mekatil, bu olanlara hayret edip bakakaldı. Daha sonra da o melunun, elini ayaklarını kesip, gözlerini çıkardıktan sonra, başını da gövdesinden ayırıp, suya bıraktı. Daha sonra da köle ile çocuğun cesetlerini defnettirdi.
Hakkı SAYGI (Baba)