Şah Hatai Yılı… Murtaza Demir
Şah Hatai Yılı…
Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı 2014
yılını, Çaldıran Savaşının 500. yılı, Şah İsmail’in (Hatai)
Hakk’a yürüyüşünün 490. yılı olması nedeniyle “Şah Hatai
Yılı” ilan etti.
24 Mayıs günü Ankara / Yenimahalle Belediyesi Nazım
Hikmet Konser salonundaki sunumdan sonra, İranlı-Azeri
sanatçı Navid Müsmir ve Albayrak Kardeşlerin Hatai
deyişleriyle sürecek olan ilk etkinlik, ileriki zamanlarda
yurdun başka bölgelerinde düzenlenecek panel ve
sunumlarla, Hatai’nin yaşamı anlatılacaktır.
Yavuz’un “kahraman,” ilan edilip, adının köprülere
verildiği, esasen Şah İsmail Hatai üzerinden Alevilerin
itibarsızlaştırıldığı ve kışkırtıldığı süreçte, konuyu gündemine alarak toplumu objektif
bilgilendirmeyi görev edinen Vakıf Yönetimimizi içtenlikle kutluyorum.
Şah Hatai Alevi ulularından biridir.
Yedi ulu ozanımızdan biridir. O, inancımızı-öğretimizi yeniden ele almış, güncellemiş;
demeleri, gülbankları, düazlarıyla bezeyerek ahlakı ve insanı önceleyen yeni bir disiplinle
günümüze ulaşmasında çok büyük paya sahip olmuştur. Türkçe yazmış, konuşmuş, yüksek
düzeyli edebi eserlere imza atmış, Farsça ve Arapçanın egemenliğinde yok olmaya yüz tutan
dilimizin günümüze ulaşmasında; Yunus, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Şah Kalender gibi
erenlerle birlikte büyük katkılarda bulunmuştur. Batinidir, değerlidir, azizdir.
Cemlerimiz, O’nun düazlarıyla başlar, sürer ve bağlanır…
Girdiği bütün savaşları kazanan yiğit bir Türkmen şahıdır. II. Bayezid’e sempati duymuş,
“baba” demiş, Çaldıran Savaşını (1514) “kardeş kavgası” saymıştır. Şah İsmail, II. Bayezid’in
oğlu Yavuz’a, “bu savaşı ve kardeşkanının akıtılmasını istemediğine” dair defalarca mektup
yazmış, hatta kaçmıştır. Sonunda da, istemeden girdiği savaşı kaybetmiştir.
Şah İsmail’in savaşı kaybetme nedenlerinden biri de başta İdris Bitlisi olmak üzere, bölge
feodali Kürt Beylerinin, son anda Şah İsmail’e verdiği sözden dönüp, Yavuz’ destekleme
kararı almalarıdır. Savaştan sonra İdris Bitlisi’nin şu sözü unutamadığımız hatırlarımızdan
biridir; “Türkmen’e dair ana karnındaki ceninlerden başka hiçbir şey bırakmadık, çoluk
çocuk, genç yaşlı hepsini katlettik… ”
Bu talihsiz savaş sonrası Yavuz, Şah İsmail’in eşi Taçlı Hatun’u tutsak almış, hazinesine el
koymuş, bir eşkıya gibi girdiği Tebriz Sarayını ne var ne yok yağmalayarak, İstanbul’a
taşımıştır.
Devşirme Yavuz ile Bitlisi’yi, Alevi-Bâtıni Türkmenlere karşı kıyıma sevk eden bir başka
faktör, hiç kuşkusuz günümüzde de devam eden Alevi nefretidir. Yeni bir “paralel ortaklık”
adına “İslam Bayrağının altını” işaret eden Öcalan ve sicili malum olan Erdoğan arasında
benzer bir işbirliğinin, güncellenmesine dair çeşitli emareler ortaya çıkarken, Suriye’de YPG-
ÖSO’nun Alevilere karşı organize olmaları ve saldırıya geçmeleri tiksindiricidir. Kürt
siyasetçilerinin bir taraftan Türkiye Alevilerinden destek beklerken, diğer yandan Alevilere
karşı, İslam’ın en gerici-kanlı unsurlarıyla işbirliği yapmaları kanımızı dondurmaktadır.
Baba, kardeş ve evlat katili padişah devşirme Yavuz, Şah İsmail’in Çaldıran Savaşını
kaybetmesinden sonra, Türkmenlere acımamış, “sağ koymayın, hepsini kılıçtan geçirin”diyerek, 60 bine yakın Türkmen Alevi’sini katletmiştir. Yavuz’un, Çaldıran’a kadar, 120 bin
kişilik ordusuyla üç ay yol yürümesinin nedeni toprak işgali değil, Türkmen kasaplığıdır.
Çaldıran seferinde Osmanlı Devleti toprak işgal etmemiştir. Bu, bütün tarih otoritelerinin
birleştiği bir gerçekliktir.
O halde Çaldıran Savaşı nasıl okunmalıdır?
Tarihi doğru tahlil edenler gayet iyi bilirler ki, Anadolu ahalisi, II. Bayezid-i Veli’den sonraki
devşirme padişahları, bu padişahlar da Anadolu ahalisini hiç sevememişlerdir. Padişahlar,
haremlerini ve imparatorluk bürokrasisini Batıdan devşirmiş, ekmeğini-aşını gasp ettiği
Anadolu halkı bu zulüm karşısında sürekli isyan etmiştir.
Yavuz, Osmanlı zulmünden kurtulmak isteyen Türkmenlerin, kendi kendilerini yönettikleri
bir devlet kurmalarına mani olmak ve devlet kurmaya cüret edenleri ilelebet bertaraf etmek
istemiştir. Katliamın bütün Türkmen coğrafyasını kapsamasının, çerçevesinin bunca geniş
tutulmasının nedeni budur. Kimi tarihçiler, Yavuz’un babasını zehirlemesinin nedeni olarak,
II. Bayezid’in Şah İsmail’e olan sevgisini ve Alevi-Bâtıni öğretiye dair sempatisini
göstermektedirler. Nitekim Yavuz, önce babasını zehirleyerek öldürmüş, arkasından da Şah
İsmail’e yönelmiştir.
3. köprüye Yavuz ismi…
Özetlediğimiz gibi Çaldıran Savaşı, toplumsal fay hatlarımızdan biridir. Haksız ve gereksiz
bir savaştır. Orada, gerçekten de kardeşkanı akıtılmıştır. Hatıralarımız bize, Yavuz’un bir
Alevi-Türkmen katili olduğunu sürekli tekrar etmektedir. Köprüye Yavuz adı verilerek,
Anadolu insanının yüreğindeki küllenmiş, kabuk bağlamış bu büyük yara güncellenmiş, fay
hattı tetiklenmiştir!
Neden?
Köprüye, her kesimin üzerinde mutabık kalacağı, Hace Bektaş, Yunus, Mevlana, Taptuk, Kul
Himmet, Pir Sultan Abdal gibi kucaklayıcı bir isim yerine, bir devşirme soykırımcının isminin
verilemesinin tek amacı olabilir; nefret olgusunu derinleştirerek toplumu bölmek ve buradan
siyasi çıkar elde etmektir. Gelinen noktada ülkenin birliğinin tehdit altına girmesiymiş,
toplumsal gerilimin artmasıymış… Ne gam… Yeter ki Erdoğan diktatör olarak kalsın, ülkeyi
tek başına yönetsin, hesap vermesin, yaptıkları yanına kalsın…
Gerçekler bütün ayrıntıları ve belgeleriyle ortaya konulmalı, 3. köprüye Yavuz’un ismini
vererek, Yavuz’un rolüne soyunanlar da vicdanlarda mahkûm edilmelidir. Bu kapsamda bir
kurumumuz bizler adına sorumluluk alıyor, konunun gündeme gelmesi için bunca emek
veriyorsa, bizlerin de lütfedip o salonu hıncahınç doldurmamız gerekir… Arkadaşlarımla
orada olacağım.
“Sizde Şah diyeni öldürürlerse
Biz de bu yayladan Şah’a gideriz/PSA”
Vakıf Yönetimi, Şah Hatai’nin sevenlerini 24 Mayıs Saat 16.00’da Yenimahalle Nazım
Hikmet Salonuna bekliyor
Murtaza Demir